Ben hiç Almanca bilmiyorum. Birkaç günlük ufak ziyaretler için gittiğim Almanya’da elimde metro haritası, kulağım durakları söyleyen kadında yazan şey ile söylenen şey arasında bir bağlantı kurmaya çalışırken, bu dili asla öğrenemeyeceğimi hissettim her zaman. Bu Almanca’nın umrunda değil, benim de öğrenmeme dair bir baskı olmadığını söyleyebilirim. Bir yıl boyunca, başka öğretmen olmadığı için “zorunlu-seçmeli” ders olarak aldığım Almanca’dan aklımada kalan bir iki kelime var, bunları benim yaşıtımdaki her genç VHS videolardan öğrendi zaten. Fakat bilmediğim dillerin, bildiğim dillerdeki anlamı ve o şehirlerde kaybolmanın derin acısı bitmez bir baskı üzerimde. Kaybolmak, kimseye soru soramamak, yabancılık hissi ve birkaç günlüğüne kaldığım otelleri ev gibi benimsememe sebep olan garip bir sıla hasreti. Oysa yabancılık hissi, doğduğum andan bu yana gelen garip bir arkadaş benim için. Doğduğum evde uzun yıllar Türkçe pek az konuşuldu, ben de sonradan öğrendim desem yeridir. Yıllar boyu ...
-- Günlük / Öyküler / Denemeler --