Parkın Adı
Çocuktu, ninesi her
Perşembe minik, tombul ellerinden tutup onu pazara götürürdü. Ninesinin çok
yaşlı olduğunu düşünürdü, çarşafın içinde bir kırışık yüz. Yıllar sonra aslında
kadının o günlerde henüz kırklarının sonunda olduğunu anladı. Ama nedende
ninesi hep yaşlıydı, erken evlenmiş bir kadının erken evlenmiş kızından
doğmuştu ne de olsa.
Ninesi onu
giydirip, hazırlardı. Köyden her iki saatte bir geçen minibüsleri bekliyor,
diğer köylü kadınlar ile birlikte binip Pazar yerine gidiyorlardı. Ellerinde birkaç
hafta boyunca hazırlanmış peynirler, biraz domates ve biber ile.
Kasabanın Pazar yerine
geldiklerinde, ninesi bir köşede getirdiklerini satar, aldığı para ile biraz zeytin,
bir parça kumaş, un alırdı. Evin bir iki ihtiyacının yanı sıra bir horoz şekeri
de aldı mı, keyfine doyum olmazdı. Bir şekeri sıra ile yalarlardı. Tabi daha
çok kendisi yalar, ninesi de oyun olsun diye elinden alıyormuş gibi yapardı.
Ninesini beklerken,
Pazar yerinin karşısındaki parka gider, oradaki eski paslanmış zincirlerine
rağmen büyük bir eğlence kaynağı olan salıncaklarda oynardı. Tabii kasabanın
pazarı kurulduğundan başka çocuklarda gelmiş olurdu. O park, haftada bir
yaşanan bir cennetti onun için.
Yıllar sonra şehre
tekrar döndüğünde o parkın aslında küçücük olduğunu gördü. Aynı salıncakları,
aynı paslı zincirlerin hala orada durduğunu görünce çok şaşırmıştı. Artık
ellilerinin sonuna gelmişti. Ninesi çoktan hayata gözlerini yummuştu, aklında
peynir, henüz pişmiş ekmek ve hasret kokusunu bırakarak. Bir de ne olduğunu
bilmediği ama domatesle yapılan, kimsenin nasıl yapıldığını bilmediği,
annesinin bile, o harika yemeğin tadını bırakarak.
Döndüğünde, birçok
kitabı çıkmış bir yazardı artık. Ulusal bazı dergilerde yazıyordu. Birkaç romanı
yayınlanmıştı. Romanlarında bir hayal bahçesi olarak o parkı, parkta yaşadığı
mutluluğu, orada yapılan düğünleri anlatmıştı. Ninesinin mücadeleci ellerini,
dedesinin sert bakışlarını anlatmıştı. Ekinlerin sıcaktan kırıldığı o sene
açlığı, dayısının boğulduğu gün acıyı, annesi ile babasının nihayet Almanya’dan
geldiği gün utanmayı, ağlamayı, kavuşmayı, yabancılaşmayı ve ninesinden
koparıldığı ve artık ailesine kavuştuğu gün ise kalp yarasını, hayal
kırıklığını ve hasreti öğrenmişti.
Bunların hepsini
yazdı, bir bardak çayı yudumlar gibi, patates yemeğinin suyuna ekmek banar
gibi, kiraz ağacına çıkıp dalların serinliğinde uyuklar gibi yazdı.
Çok meşhur olamadı,
ailesini öğretmenlikle geçindirdi yıllar boyunca. Ama önce şiirleri yayınlandı,
pek övgü aldı. Sonra romanları yayınlandı.
Yakından bir
akrabası kasabaya belediye başkanı oldu. Bir gün aradı onu ve davet etti.
Kasabadan pek fazla meşhur çıkmamıştı. Tek yazar, şair olan akrabasının adını
bir yerlere vermek istiyordu. Camiye verecek hali olmadığına ve kasabada pek
fazla isim verilecek yer olmadığından, bu parka onun adını vermeye karar
vermişlerdi.
Ufak bir tören
düzenlendi. İlk eğitimini aldığı ilk okulun öğrencileri getirildi. Eski
öğretmenlerinden birini de buldular. Bir iki komik hatıra anlatıldı. Kasaba
için önemini vurgulayan bazı konuşmalar da yapıldı.
Pek belli etmedi
ama çok mutlu oldu. Romanlarının binlerce kez satmamış olduğunun farkındaydı.
Ama doğduğu, aklının ve ruhunun beslendiği yere adının verilmesi onun için
herşey, her ödülden daha önemliydi. Beslendiği kaynak taktir etmişti onu
niyahet.
O çirkin ve
yapmacık tören bile onu heyecanlandırdı. Yüzlerce fotoğraf çekildi. İsmi ışıklı
bir tabela ile yazıldı: “Yazan Falanca Filan Parkı”
Bir iki gün
kaldıktan sonra toparlandı, işine döndü. Döndü ama aklında sadece o park vardı.
Artık doğduğu şehre dönmek, ata yadigarı toprağına sahip çıkmak istiyordu. Bir iki
sene daha sabretti ve emekli oldu.
Hemen eşyalarını
toparladı, ninesinden kalan evi düzenlemek için yola çıktı. Otobüsten kasaba
merkezinde indi. Soluklanmak için adının verildiği parka uğradı.
Döndü ve parkın
adının değiştirilmiş olduğunu gördü. “Şehit Filanca Falan Parkı” olarak. Hatta
onun isminin söküldüğü delikler hala duruyordu.
Koşup belediyeye
gitti. İsminin neden değiştirildiğini öğrenmek için. “Kasabamızdan birisi şehit
oldu” dediler. “Şehitlerimizin adını yaşatmasa mıydık ?”
Diyecek bir şey bulamadı.
Parkın yanındaki kafede bir çay içti.
Geldiği gibi döndü
tekrar evine.
Köyüne dönmekten de
vazgeçti.
26/02/2017
Ataşehir
Yorumlar