Para ile Sevişmenin Ahlaki Üstünlüğü
Üçüncü Gün
Artık üçüncü günün öğleden sonrası olmuştu ve sanki, tüm camları açmama rağmen, her şey ama her şey insan, sigara, ter, yemek ve bozulmuş et kokuyor gibiydi.
Karşımdaki koltuğun üstünde değil, önünde, halının üstünde, koltuğa yaslanmış, benim eski bir tişörtümü giymiş oturuyordu ve yere koyduğu tabletten bir video izliyordu. Tişörtüm, onun küçük bedenine o kadar büyük geliyordu ki, altında bir külodu olmadığı halde, bacakları ve dizleri tamamen örtüldüğü için, hiç bir yeri görünmüyordu. Ama büyük memeleri, biraz da eğilmiş olduğu için sarkmış gibi, iyice göbeğine yaslanmıştı ve tişörtün altından neredeyse çıplaktı ve bütün detayları ile görünüyordu. Sağ memesinin ucu kolunun hemen yanında duruyor, diğer ise hareket ettirdiği ve videolar arasında gezindiği eline çarpıp, bir sağa, bir sola sallanıyordu.
İlk gördüğüm gün hayran olduğum kızıl saçları, ormanda kaybolmuş bir koyunun kırpık kırpık tüyleri gibi dağılmıştı ve her nasılsa o günkü parlaklığını kaybetmişti. Aynı memeleri gibi, onlar da artık seksi, çekici gelmiyordu.
Ojeleri silinmeye başlamış, tırnakları sanki uçlarından çatlamış, dökülüyormuş gibi görünüyordu. Dudakları incelmiş, beyaza yakın bir pembe renge dönüşmüş ve kurumuştu ve daha önce hiç görmediğim sivilcelerini farketmeye başlamıştım. Mermeri andıran beyaz teni, matlaşmış ve hasta bir insanın ölmeden önce taşıdığı o kanı çekilmiş, damarlarının rengi ortaya çıkmış, ölü, ölümlü, canlı etinden daha çok, ceset etine benziyor gibiydi.
Oysa geldiği gün yüzü bir bebeğin cildi gibi pürüzsüz, taze, bir çiçek yaprağı gibiydi. Şimdi, bir ağacın altında oturan ve bir başkasını tımar eden şempanzeye benzeyen, bu sarkık memeli kadının, o ilk gün gördüğüm ve etine şehvetle sarıldığım kadına benzeyen tek yeri, mavi büyük gözleriydi. Kirpiklerinin altında, iki küçük lapis lazuli gibi duran, mavi büyük gözleri.
Ve, işte o mavi büyük gözleri ile bana baktı ve “Sıkıldım.” dedi “Sevişelim mi?”
Ne diyeceğimi bilemedim. Hayır demek istedim ama olmadı. Memeleri yine dikleşti, sanki. Sanki yine gül kokmaya başladı. Bacaklarını açtı, gözlerimi gözümden ayırmadan. Tişört yukarı çıktı, her yeri görünür oldu. Şehvet, bacaklarının arasından, o kılları belli belirsiz uzamaya başlamış karanlıktan çıktı, büyüdü, bir sarmaşık gibi odayı sardı ve sonunda bana ulaştı. Beni sarmaladı, başka bir şey düşünemez, başka bir yere bakamaz hale geldim. Oysa, o hala bana bakıyordu. Gözlerini çekmeden.
Etim kımıldadı, içime ılık ılık bir sıcaklık düştü.
“Bunu saymam.” dedim muzipçe, “Bunu sen istedin!”
Yüzündeki ifade değişmedi, o tahrik edici boşluk, anlamsız gibi görünen derinlik orada durdu, bekledi ve beni saatlere benzeyen saniyelerin içinde hapsetti. Sessizce. Düşündü, herhalde.
“Sayma.” dedi “Bu kez benim canım istedi. Bu benden.”
Sokağa çıkma yasağının üçüncü gününde, bir kez daha sevişmek üzere yatak odasına gittik. Bir hamlede soyundu, beni soydu ve ilk günkü gibi sevişmeye başladık.
Bu, annemle babamın öldüğü haberini almadan neredeyse bir saat önce oldu.
Sevişme bitince, yorgundum, biraz uyudum, belki bir yirmi dakika. Telefonun sesine uyandım, abimin üzgün sesini duydum.
“Annemle babam öldü” dedi “Arka arkaya öldüler, entübe etmişler bu sabah, kimseye haber verememişler. Entübe edilenler kurtulmuyormuş zaten.”
Yatakta, çıplak, terli, yanımda bir çıplak kadın yatarken, sokağa çıkmak yasakken, cenazeleri görmek yasakken, şehirler arası seyahat yasakken, basit bir gribe benzeyen hastalık yüzünden annemle babam öldü.
Belediye yetkilileri alıp gömdüler, cenazelerini yaptılar. Dualarını onları hiç tanımayan insanlar etti. Hiç bilmeyen insanlar mezara koydu, başlarına bir tahta parçası diktiler ve isimlerini yazdılar.
Aileden bir kaç kişi aradı ve başsağlığı diledi.
Sanki, karantinada olan olaylar gerçekten olmuyormuş gibi, sanki bu olanlar bir eskiz, olayların taklidi, bir kopyası, olmamış olaylara dair bir varsayım, bir hayal, kurguymuş gibi, yaşadıklarımı bir kez daha yaşamam gerekiyormuş gibi, yada yaşamamış olmam gerekiyormuş gibi, annemle babamın ölümünü para ile tuttuğum escort kadın ile seviştikten yaklaşık yarım saat sonra, çıplakken ve onların cenazesine gidemeyecek, ölümlerini kimse ile paylaşamayacakken öğrendim.
Kadın, Escort takma adı Sevil olan kadın, bana sarıldı, memelerini yasladı ve tanımadığı annem ve babamın ölümü için benimle ağladı.
Yataktan çıkamadım. Çıksam gideceğim hiç bir yer yoktu. Telefonu kapattım, Sevil’in memelerine sarıldım, onun şefkatli öpüşüne bıraktım kendimi ve ağlayarak uyudum.
Abim de bir daha aramadı ve zaten yapacak hiç bir şey yoktu.
Böylece karantinanın üçüncü günü bitti ve biz Sevil ile sabaha karşı yine seviştik.
Bu kez ben istemiştim bu yüzden hesaba ekledik.
Birinci Gün
İş çıkışı, markete uğradım. Maske takanların, takmayanlara, takmayanların da maske takanlara nefretle baktığı ve birbirlerini bitmeyen bir sıkıcılıkta uyardıkları günlerdeydik.
İşten döndüğü ve yorgun olduğu her halinden belli benim gibi çalışanların yorgun bakışları ile, evlerinden ile markete gelen ve artık evin, sokağın sınırlarının belirsizleştiğini gösterircesine, terlikleri, pijamaları, maske takınca görünmez zannettikleri yüzleri aynı yerde buluşuyordu.
Bizler, kimsenin görmediğini bildiğimiz halde, ütülü pantolonlarımız, bazen kravatımız, traşlı yüzümüz ve elimizde bilgisayar çantamız ile artık var olmayan bir dünyadan, bir uzaydan, geçmişte bırakılmış bir normalden geri dönüyorduk. Onlar ise, yeni bir dünyadan, hayatın sınırlarının değiştiği bir dünyadan gelip bize katılıyorlardı. Hava henüz kararmıştı ama hemen hepsinin üzerinde bir pijama, saçları özensiz, erkekler tıraşsız, çoğunun kulağında yalandan katıldıkları toplantıları dinledikleri kulaklıkları, arada bir parmaklarını kaldırıp, kasiyeri susturup toplantıya katılmaları, bir cümle söylemeleri, o sesler ile gerçeklik arasında kaybolmaları, dikkatlerinin dağılıp, alışverişi unutmaları, listelerini kontrol edememeleri garip, gerçeğin ötelendiği ve ezildiği bir resim akımı gibi görünüyordu.
Boş vakitlerde diziler seyrediliyor, görüntülü konuşarak arkadaşlar aranıyor, çok içki içiliyordu.
Ama evdeki boşluk, hele benim gibi ailesi uzakta olanların, evli olmayanların boşluğu, odaların sessizliği, yalnızlığı, garip bir boş vermişliğe itiyordu insanı.
Evde ailesi olanlar sessizliği ve yalnızlığı, benim gibiler ise insan sesini ve dokunuşunu özlüyordu. Çatal sesini, tuvaletten gelen osuruğun gürültüsünü, TV seyrederken sarılmanın sıcaklığını özlüyordu.
Abim aradı, “Annemle babam covid oldu.” dedi “Ama iyiler, hastaneye götürmüşler ambulansla. Haber önemli bir şey olursa haber verecekler..”
Görmeye gidemezmişiz, hemşire görüntülü arayıp göstermiş. Moralleri yüksekmiş. Yarın sabaha çıkarlar, merak etmeyin demiş.
Alışverişimi yaptım ve daha önce bir kez görüştüğüm bir escort kadını aramaya karar verdim. Bu akşam, yalnız olmak istemedim. Bu akşam evde bir ses olsun istedim. Sanki, kötü bir günde yalnız olmak bir suçmuş gibi geldi. Ama yalnız olmamak da suçtu bugünlerde ve ben ne yapsam suç olacaksa, yalnız olmamak suçunu işlemeye karar verdim.
Aradım. Açtı. Evimi tarif ettim, “Kimse aramıyor, hastalıktan korkuyorlar” dedi. “Oysa ben başka hastalıklardan korkuyordum. Bu çıktı şimdi.”
Eve şarap aldım, birkaç şişe. Bir de votka. Ne sever, ne içer bilemedim.
Bira da aldım.
Çerez aldım biraz, yemek yapacaktım aslında, yalnız olsaydım. Şimdi para ile çağırdığım bir kadın değil de bir misafir geliyormuş gibi hissettim, niyeyse.
O yüzden, yapacağım yemeğin kötü olmasından korktuğum için, pizza söylemeye karar verdim.
Eve gittim, ortalığı toparladım. Mumları yaktım.
Kapı zili çaldı. Kadın, yüzüne büyük gelen bir maske ile saklamıştı kendini çıkarttı. Topuklu ayakkabıları ile içeri girdi.
Salonu izlermiş gibi bir sessizlikle ayakta durdu ama aslında kendini gösterdi, “bak bunu satın aldın bu akşam” der gibi, “Paranın hakkını vereceğim” der gibiydi.
Deri kısa bir etek vardı, kısa, çok kısa. Altında dantelli, etinin beyazını gösteren bir çorap. Etek o kadar kısaydı ki, çorabın lastikleri görünüyordu, daha çok daha seksi geliyordu görüntüsü. Üstünde bir bluz vardı ve memeleri içinden taşıyordu. Belli ki sütyen giymemişti, meme uçları isyan ediyor gibiydi, o anda saldırmak ve bütün açlığımı dindirmek istedim.
Oysa saçları, kırmızı saçları, mum ışığında güneşin batımının kızıllığını hatırlattı bana ve altından, beyaz gül yaprağını andıran teninin üzerinde, başka dünyalara açılan iki delik gibi masmavi, büyük gözleri, kırmızı, dolgun dudakları insanı aşık olmaya itiyordu, aşık olmak zorunda bırakıyordu.
Elini uzattı, “Tutar mısın? Ayakkabıları çıkartayım” dedi.
Tuttum, zarif bir hareketle ayakkabılarını çıkarttı. Bir kenara koydu, “Evi göstersene” dedi. Gösterdim, yatak odasını, tuvaleti, banyoyu. Salondaki küçük mutfağı, buzdolabını, minik kütüphanemi.
Sonra bir koltuğa oturdu. Bir yandan yabancı gibiydi ama alışmaya çalışıyordu sanki.
“Aç mısın?” dedim.
“Dur biraz konuşalım. Erken yemek için. “ dedi. “Nasıl olsa bu gece buradayım. Öyle anlaştık değil mi?”
“Evet. “ dedi. “Bütün gece.”
“İyi, taksi bulmak zor oluyor gece. Artık kimse sokağa çıkmıyor.” dedi.
Sessizlik oldu.
“Sen covid oldun mu?” dedi. “Olmadım.” dedim. “Ben oldum, atlattım. Artık rahatım.” dedi.
Sonra covidden ölen arkadaşını anlattı. Kendisi de zorlanmış, ama şimdi rahatmış. Bir dahakine daha hafif geçermiş.
Loş ışıkta, gözlerine, memelerine, çekinmeden topladığı bacaklarına baktım.
Şarap istedi, birlikte bir kadeh içtik. Wifi şifresini istedi, verdim. Bağlandı. TV’ye de bağlandı, sanki hep bağlanırmış gibi. Bana eski fotoğraflarını gösterdi, tatil resimlerini, otel odasındaki çıplak fotoğraflarını, kimin çektiğini bilemediğim, belki onun da hatırlamadığı fotoğraflarını.
Arada kalktı. Beni öptü. Dudaklarıma büyük, ısırmalı, şehveti içimden taşıran bir öpücük ile sahip oldu. Elimle poposunu tuttum, sıktım. Elimi çekti. “Acele etme” dedi. “Bütün gece seninim.”
Bütün gece benim olması, o anda, yetersiz geldi. Bir anlığına, tüm ömrüm boyunca, benim olmasını istedim.
Yerine oturdu. Telefonunundan bir şarkı açtı, “Hadi pizza söyle bize” dedi. Dans etmeye başladı. Ayakları, elleri, zarif, narin, incecikti. Parlak ojeleri, yakamoz gibi gecenin içinde salınıyordu. Memeleri, kokusu tek parça olmuştu sanki.
Pizza geldi, yan yana, gerek olmadığı halde sıkışarak yedik. Şarabından içerken dudakları daha da kırmızıydı, daha da neşeli. Kahkahalar atarak, çocukluğunu anlattı bana, düştüğü ağacı, kaşındaki izini, kardeşlerinin yaramazlıklarını anlattı. Üniversitede nasıl kopya çektiğini, yakalanmamak için hocaya bacaklarını göstermesini anlattı.
Gece uzadı, tatlılaştı, arada bir öpüştük, seviştik. Koltuğun üzerinde beni sevdi, okşadı. Elimi tuttu. İnceledi. Gözlerime baktı derin derin. Beni kokladı, güzel koktuğumu söyledi.
Gece uzadı, büyüdü, kainatı kapladı ve her şey o geceye sığacak gibi oldu. O da elimden tutup beni yatağa götürdü. Yatağın başındaki zarftaki parasını, zarif bir hareketle aldı ve çantasına attı. Hiç orada olmamış gibi, hiç para konuşmamışız gibi, küçük bir teşekkürle, belli belirsiz…
Sonra soyundu, yanıma geldi ve seviştik. Hiç bir şeyin kontrolü bende değildi ve ben hiç pişman değildim.
Sabah gün aydınlandığında, hayatımın en güzel gecesini geçirdiğimi düşünüyordum. Sabah gün ışırken, “Keşke bu kadın, para ile sevişilen bir kadın olmasaydı, anneme ve babama onu alıp götürebilseydim ve onu hayatımın merkezine koyabilseydim.” dedim.
Onu hayatımın her anında, sonsuza dek istedim. Ve bu isteğimin gerçek olmasına dayanacak kadar güçlü değildim.
İkinci Gün
Sabah uyandığımda, yanımda bacaklarını açmış, sanki hep bu evde yatarcasına yatan, horlayan bir kadın vardı. Yorganın altında görünen göğüslerine baktım. Yorganı araladım, yatarken, uslu, dalgalı ama uslu bir deniz gibi görünmelerini, basitçe, hayranlık uyandırıcı bir akış ile vücudu ile birleşmelerine, uçlarına, uçlarının çevresindeki renklere baktım. O memeler çekingen değildi, sahipleniciydi, kapsayıcıydı. Akşam sarıldığım kadının saçları, makyajı değişmişti. Ama yine de güzel görünüyordu, teninde tenimin kokusu olduğundan emindim. Sonra başka insanların da bu tadı aldığını, bu kokuyu içine çektiğini ve böylesine büyük duygulara kapıldığını düşündüm. Öfkelendim.
Anlamsız, yersiz ve gereksiz, ifade edilmesi zor bir öfke ile doldum ama sonra duruldum.
Telefonumu elime aldığımda, gördüğüm mesajlar, haberler zaten her duyguyu öteledi.
Gece, biz şarap ve sevişmenin sarhoşluğundayken, karantina kararı alınmıştı ve ne zaman tekrar sokağa çıkılabileceği belli değildi.
Onu uyandırdım. Anlattım. O da telefonuna baktı. “Nasıl yani, nasıl olur!” diye çığlık attı. “Ben nasıl eve gideceğim, burada mı kalacağım? Eve gidemeyecek miyim?”
Tepkisine şaşırdım, o mutlu gecenin sabahında, bu o kadar iyi bir haber gibi gelmişti ki aslında. Aslında, bir evde kapalı kalmak, onunla hiç bir yere gidememek, bir rüya, hayal edilenin ötesinde bir cennetti sanki. Bu güzel habere, bu müjdeye neden bu kadar üzüldüğünü anlamadım. Birlikte sevişmiş, eğlenmiş, kahkaha atmıştık.
Burada kalabileceğini anlattım ona, “Şarabımız var, yemeğimiz var!” dedim.
“Siktir git lan” dedi “Bedavaya mı sevişeceksin benimle?” Bembeyaz oldum, bıçaklanmış ve kan kaybediyor gibi hissettim.
Ne diyeceğimi bilemedim. “Yok öyle değil, misafir gibi kal” dedim, geveledim. “Öteki odada yatarsın istersen.”
Daha çok sinirlendi, eşyaları bir yerlere fırlattı, bağırıp çağırdı. Telefon açtı, taksileri aradı bulamadı. Çantasının içinden bir sigara çıkarttı, hiç sormadan, dumanını üfleye üfleye içti. Camları açtım, içerisi kokmasın diye, bunu görünce bana düşman gibi baktı. “Sorsana camı açabilir miyim diye, üşüyorum, çıplağım görmüyor musun?” dedi. Yanımdan geçip hızla camı kapattı. “Gereksiz sünepe!” diye bağırdı bana.
Sakin olmasını istedim, sakin olması gerektiğini, çözüm bulacağımızı söyledim. Dinlemedi. Beni yatak odasından kovdu. Kapıyı kapattı.
İçeriden boğuk boğuk bağırışlar, sesler geliyordu.
Bir saat sonra, benim demlediğim çayın kokusunu aldığını söyleyip dışarı çıktı, kendine bir bardak çay koydu. ve “Üç gün boyunca seninleyim” dedi. “Bedavaya olmaz. Ama bu üç günü ,yarı fiyattan sayarım. Başka çaremiz olmadığı için de sana olur olmaz diye soramam. Anlaşmamız bu, bana havale yaparsın.”
“Peki.” dedim. Düşünmeden.
“Tamam.” dedi.
“Ben duşa giriyorum” dedim. “Gelmek ister misin?”
“Siktir git, götlük yapma. Sinirlerim bozuk şimdi” dedi. “İlişme bana.”
Sessizce duşa girdim. Çıktığımda, yatak odasında, yatağı toparlıyordu. Yanıma geldi, uzanıp dudaklarıma ufak bir öpücük kondurdu. “Özür dilerim, tatlım” dedi. “Çok sinirlendim, senin suçun yok tabi.”
“Seni çok mutlu edeceğim merak etme. Hiç sıkılmayacaksın.” dedim. “Yer içer sohbet ederiz.”
Az önce bunları söylediğim için küfür işitmemiş gibi, aynı cümleleri kurmaya başladım.
Mavi gözlerini, umut dolu gökyüzü gibi bana dikti. Dinlemedi, beni dinlemedi sanki.
“Bana giyecek bir şeyler verir misin?”
Bir tişört verdim. O tişörtü giydi, bir koltuğa oturdu. Tabletimi istedi, şifresini de verdim. Bütün gün sessizce, video ve dizi seyretti. Arada bir telefonla konuştu. Müşterileri aradı. “Çıkamıyorum tatlım.” dedi onlara “Mahsur kaldım evde. Çıkınca buluşuruz, karınla idare et artık!”
Akşama doğru, o aksi kadın yavaş yavaş kayboldu. Yine mumları yaktım, yine sohbet etmeye başladık. Şarap içtik, yine çocukluğunu anlattı, sakarlıklarını, sevdiği arkadaşlarını. Dinledim, kahkahalar attık.
Acıktık, evdeki sebzelerden salata yaptık. Bana güzel bir makarna yaptı, sarımsaklı, bol domatesli bir makarna. Hayatımın en güzel makarnasını yedim. Bulaşıkları da birlikte yıkadık. Bulaşık yıkarken kalçalarına dokundum, arkasından sarılıp öptüm. Kokladım, memelerini sıkıştırdım. “Hadi, acele etme” dedi “Daha çok birlikteyiz.” Kikirdedi.
Onunla yaşamak böyle olsa gerek dedim, onun hayatında olmak. Büyük mavi gözlerin fırtınalarında süzülmek.
Gece, bu kez daha erkenden yattık. Seviştik. Sabaha karşı yine seviştik. Sabah olduğunda, yanımda sigara kokan, horlayan bir kadın vardı. Şikayet etmedim, edemedim. Gece çok ama çok güzeldi.
Dördüncü Gün
Öğlene doğru uyandık. Telefonda “Karantina Sona Erdi” haberini gördüm. Ona söyledim.
“Oh be!” dedi. “Eve gideyim, üstümü değiştireyim. Sen de havale yapar mısın hesabıma, tatlım?”
Geldiği gün giydiği kıyafetleri giydi. Ama geldiği gün olduğundan bambaşka bir insandı artık.
“Seni ne zaman görebilirim bir daha” dedim. “Paran oldukça, ne zaman istersen tatlım” dedi. Kahkaha attı.
“Keşke, gitmesen. İstersen bir gün daha kal.” dedim. Utanarak. “Hep burada kalsan, ben bütün paramı veririm sana.”
Gözlerini büyük, daha büyük açtı. Yanıma geldi. Dudaklarıma, ince parmakları ile dokundu. “Evlenme teklifi mi ediyorsun bana?” dedi. Cevap veremeden, bir kahkaha daha attı. “Annen baban da yok, şimdi rahatladın, beni gelin diye rahat taşırsın yanında, değil mi?”
Yanıt veremedim. Beyazlayan yüzüm, konuştu.
“Boşver tatlım” dedi “Senin kazandığın para ile ben yetinmem, biz de mutlu olamayız. Benim hayallerim başka. Ben senin adını bile hatırlamıyorum ve sen benim gerçek adımı bile bilmiyorsun. Hayatta daha büyük bir yalan olabilir mi?”
Kapıyı kapattı gitti.
Telefondan beni yasaklamış, bir daha ulaşamadım.
Garip bir virüs bulaşmışcasına, hiç birimiz pandemiyi hatırlamadık bir daha. Karantinayı unuttuk, evde kaldığımız günleri. O günler yaşanan gariplikleri, hatta acıları bile unuttuk. Annemle babam, çok sıradan bir günde, sıradan bir şekilde ölmüş gibi oldu. Abimle, hiç bir daha bu konuyu konuşmadık. Mezarlarına da gitmedik.
Pandemi, hayatın içinde bir kara delik gibi kaldı.
Ben de bir kadına bir kaç günlüğüne aşık olmuş gibi davranmadım, ama lapis lazuli kutsallığında iki göz, mavi bir hatıra gibi aklımda kaldı.


Yorumlar