Kaç yıl oldu hatırlamıyorum. Gençtim. Hüzünlü olmanın garip bir tatmini vardı, üzgün olmak, yıkılmış olmak. Kafamı psikoloji kitaplarından çıkartmıyordum. İstanbul - Ankara arasındaki o uzun yola yakın bir evimiz vardı, beyaz duvarları ve tıkırdayan kaloriferi ile bıkkın bir hayalete benziyordu. Uzun yolda vızıldayarak ve uğuldayarak geçen arabalara bakıyor, kendi kendime sebebini bilmediğim bir mutsuzlukla hüzünleniyordum. Kemik rengi telefon çaldı ve açtım. Annem "deden öldü" dedi. "Yarı yetimim artık" Dedemi en son, kısa süre önce yüz yıla yakın yaşamış olan annesinin cenazesinde görmüştüm. Kanserdi, ayakta zor duruyordu. Sonra gördüysem de, hatırlamıyorum. Nenej'i toprağa verdik, galiba yakın zamandı, bir akrabamızı daha kaybetmiştik. "Azrail köyden gitmiyor" demişti birisi, korku içinde... Dedem, bir kamyon şöförüydü. Ama ben hiç çalışırken görmedim onu. Emekli olmuş, çok haşarı bir adammış. Hep kızgındı anlatılana göre. Ben pek ...
-- Günlük / Öyküler / Denemeler --