Ana içeriğe atla

Dedemin Seccadesi

Kaç yıl oldu hatırlamıyorum.

Gençtim.

Hüzünlü olmanın garip bir tatmini vardı, üzgün olmak, yıkılmış olmak. Kafamı psikoloji kitaplarından çıkartmıyordum.

İstanbul - Ankara arasındaki o uzun  yola yakın bir evimiz vardı, beyaz duvarları ve tıkırdayan kaloriferi ile  bıkkın bir hayalete benziyordu.

Uzun yolda vızıldayarak ve uğuldayarak geçen arabalara bakıyor, kendi kendime sebebini bilmediğim bir mutsuzlukla hüzünleniyordum. Kemik rengi telefon çaldı ve açtım.

Annem "deden öldü" dedi. "Yarı yetimim artık"

Dedemi en son, kısa süre önce yüz yıla yakın yaşamış olan annesinin cenazesinde görmüştüm. Kanserdi, ayakta zor duruyordu. Sonra gördüysem de, hatırlamıyorum.

Nenej'i toprağa verdik, galiba yakın zamandı, bir akrabamızı daha kaybetmiştik. "Azrail köyden gitmiyor" demişti birisi, korku içinde...

Dedem, bir kamyon şöförüydü. Ama ben hiç çalışırken görmedim onu. Emekli olmuş, çok haşarı bir adammış. Hep kızgındı anlatılana göre. Ben pek görmedim öfkesini ama sanki her zaman bağırır, birilerini dövermiş gibi saklanırdık ve o evdeyse özellikle sessiz sessiz yürürdük, parmaklarımızın ucunda.

Çocuktuk, o zamanlar bize bitmez büyüklükte gelen bir bahçesi vardı. Yıllarca uğramadığım bahçeye en son gittiğimde içine düştüğüm çukurun ne kadar sığ, dallarından inemediğim ağacın ne kadar alçak olduğunu gördüm geçenlerde ve çok şaşırdım.

Çocuktum. Anneannemin kocaman şefkatinde yaşamak çok güzeldi. Beni koynuna alır, dedemin yatağının yanındaki ufak sedirinde ısıtırdı. Ağır yorganlara sarar, baygın bir uykuya bırakırdı.

Köy evimiz, sessiz ve sakindi. Yıllarca uzaklara bakılırmış gibiydi. Her gittiğimde televizyon olmadığı için şikayet eder, oflayıp puflardım.

Sonra güneş ışıkları bizi ısıtmaya başlamadan, dedemin yaktığı ocağın çıtırtıları ile uyanırdım. İlk çayını kendisi demlerdi ufak bir demlikle.

Herkes kalktıktan sonra, büyükçe bir Kur'an alır eline ve yüksek sesle, ıslık çalarcasına kolayca okurdu.

Hep okurdu. Durmadan okurdu.

Üşüdüğümde ocağının başına giderdim. "Efe" diye çağırırdı beni, "mektep nasıl?"

Bahçenin dışında hemen hiç görmedim onu. Uzun, zayıf, çizgilerle dolu bir yüzü vardı. Tıraş olurken, jiletin beyaz sakallarını ve tenini kesmesinin sesini duyardım.

Seccadesini serer, namaz kılardı. Çok sigara, çok çay içerdi.

Akciğer kanseri oldu, ameliyatlar, hastaneler.. Hiç duymadım şikayet ettiğini, bir iki kez bütün haylaz çocukları azarlamıştır.

Kiraz ağacını da çocuğu gibi severdi.

Yıllar sonra, ben namaz kılmaya henüz başlamıştım, anneannem verdi seccadesini.

Basit bir şey, yeşil, şekilsiz bir seccade.

Nedense, bana büyük bir adammışım gibi duyduğu saygı ve kendi alışkanlıklarınca gösterdiği şefkat seccadeyi sevdirdi bana...

O seccade ile namaz kılıyorum hala.

Bazen dedemin sesi geliyor kulaklarıma, ufak köyün sakin bir akşam üstünde, ocağındaki çaydanlığı fokurdarken, ıslık çalarcasına okuduğu Kur'an sesi karışıyor şehrin gürültüsüne.

Seccade yıprandı ve eski, ama ne ben onu bırakabiliyorum, ne de o beni...

19.09.2009
B. Ataşehir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Thassos

Thassos Adası, Kavala'nın açığında bulunan, belki Gökçeada büyüklüğünde güzel bir turizm bölgesi. Ulaşımı Kavala'dan yada Keramoti'den yapılabiliyor. Alexandroupoli'den yaklaşık 150 KM uzaklıkta. Güzel bir otoyol ile ulaşılıyor. Ancak Alexandroupoli/Dedeağaç ile Keramoti arasında çok az akaryakıt istasyonu var. Bu yüzden tedarikli yola çıkmak lazım. Adaya araçla ulaşım Keramoti üzerinden. Esas olarak ada, bu beldeye daha yakın. Kavala'dan yapılacak feribot seyahati daha uzun sürüyormuş. Otoyolda ilk "Feribot" talebasını takip ederek gidilebiliyor. Feribota ulaşmak için zaman zaman tabelalar ortadan kaybolduğundan, Havalaanı tabelasını takip etmek lazım. Son anda başka bir tabela ile yön bulunuyor. Tabelalarda latin alfabesi ile yazılanlar birbirini tutmadığından hayat çok zorlaşabiliyor. Chistopoli yada Hristopoli yazılabiliyor. Aynı gerekçe ile navigasyona da pek güvenmemek lazım. Aynı isme sahip bir çok şehir, bölge var. Rızkının Peşinde Bir Ma...

Alexandroupoli

Alexandroupoli, bizim bildiğimiz adı ile "Dedeağaç", Türkiye'ye son derece yakın bir sahil kasabası. Büyük değil, ama turizm açısından, sınırın Türkiye tarafından kalan bölgelere göre çok daha gelişmiş. Türkiye'den girilen otobandan çıktıktan sonra denize doğru gidince otellere ve yemek yenilebilecek yerlere ulaşılıyor. Bir gün kaldığım için çok fazla inceleyemedim ama her bütçeye göre otel ve lokanta var. Kapıdan girince otellerin verdikleri fiyatlar ile internet üzerinden alınan fiyatlar birbirinden çok farklı. Bu yüzden http://www.hotels.com yada http://www.booking.com gibi adresler uzerinden rezervasyon yapılmasını tavsiye ederim. Üstelik başka ziyaretçilerin yorumlarını da okumak mümkün. Otel fiyatları 50 EU ile 140 EU arasında değişiyor. Şu anda yüksek sezon olmasına rağmen, bize 140 EU'ya kendi havuzu olan bir oda önerdiler. Kalmadık o ayrı... Şehir merkezinde "club"lar, kafeteryalar ve lokantalar yanyana. Otel olarak Thraki oteli tercih ...

Üstümde Bunu Bulmuşlar

Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı. Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan. Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu. Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu. Gün batıyordu. Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir s...