Bugün, Twitter'dan takip ettiğim Murat Bardakçı'nın bir yazısında Yer isimlerinin nasıl değiştirildiğini okudum. Doğrusu, çok hayretle karşılamadım.
Adı "Jan" olan bir Müslüman'ın var olmayacağını baştan kabullenmiş bir toplumda yaşamak yeterince zor oldu. İsmimi asla bir kerede doğru yazdıramam, önemsiz birşey için ismimi soranlara saçma sapan bir isim söylerim.
Ancak, adım ile ilgili bir sorun olduğunu doğup büyüdüğüm şehrin dışına çıkana kadar farketmemiştim. Çok uzun zaman sonra ismim ile ilgili sorunun bir şekilde kim olduğum --yada kim olmadığım- ile ilgili bir sorun olduğunun farkına vardım.
Düzce'deki Adige "cemaati" mensuplarının pek azı çocuklarına "Adigece" bir isim koymaya cesaret ettiler. Ancak bir çok konuda öncülük eden ailem bana "Jan Berslen" ismini uygun gördü.
Yıllar sonra dünyaya gelen sevgili kardeşime ise ben "Jane" ismini beğendim. Ancak nüfus memurları önce kardeşim, sonra benim için dava açtılar ve komik bir mücadele başladı.
12 Eylül darbesi gündemi de sarsarken, Kürtlere bugün tekrar hatırlanan "Kart Kurt" benzetmesini yapan yönetim, biz Adige'lere de "Dağ Türkü" olmayı uygun görmüştü. Bu yüzden çok açık olarak Türkçe olmayan ve anadilimizde olduğu için tercih ettiğimiz bu isimlerin "Türkçe olduğunu" ispat etmeye çalışıyorduk, nüfus idaresi de doğal olarak tam tersini.
Aynı dönemde, TV'de bangır bangır Bulgaristan'daki soydaşlara yapılan işkenceler, isimlerinin nasıl değiştirildiğini Naim Süleymanov'un nasıl bir eziyet gördüğünü dinliyorduk.
Tüm Kafkas halklarının kahramanı olan Şeyh Şamil'in gözümün önünden hiç gitmeyecek bir portresinin bütün heybeti ile evlerimizi süslediği o günlerde derin bir sürgün duygusu, baskı, yalnızlık ve geleceğe dair endişe hissettiğimizi hatırlıyorum. Hep birileri gelip birilerini götürecek hissi vardı içimizde.Çocuktum ve bu ayrışma duygusunun bir şekilde içime yerleştiğini hatırlıyorum.
Bu yüzden pek çok akrabamız çocuklarına "Şamil" ismini koymak istediler. Bizim yıllar süren isim davamız ile idman yapan Nüfus İdaresi, Şamil isminin de Çerkesce olduğuna hükmetti.
Ve böylece Arapça olan ve belki Düzce dışında pek sorun çıkartmayacak olan "Şamil" ismini tercih eden anne - babalara bir dava bildirisi gitmeye başladı ki, zaten işaretlenmekten korkan insanlar derhal vazgeçtiler!
Böylece kimliğinde "Cemal" yazan ama hepimizin "Şamil" olarak bildiğimiz bir yeğenim oldu.
Sonunda biz isim davamızı kazandık, bildiğim kadarı ile kazanılmış ilk isim davasıdır, emsal dava oldu.Bizden sonra bir çok insan, atalarının , babalarının tercih ettiği isimleri benim ve kardeşimin isim davasını kullanarak taşıyabildiler.
Ben bir ayrık otu olmamak için uğraştım, hayat karşıma bunu sorgusuz çıkarttıysa da.
Ama hiç bir zaman, kim olduklarını unutmamak, "biz varız, buradayız, yaşıyoruz" demekten başka kaygısı olmayan ve kendisi de bir Çerkes olan Nüfus Müdürümüz kadar ayrılıkçı olmadım.
Adı "Jan" olan bir Müslüman'ın var olmayacağını baştan kabullenmiş bir toplumda yaşamak yeterince zor oldu. İsmimi asla bir kerede doğru yazdıramam, önemsiz birşey için ismimi soranlara saçma sapan bir isim söylerim.
Ancak, adım ile ilgili bir sorun olduğunu doğup büyüdüğüm şehrin dışına çıkana kadar farketmemiştim. Çok uzun zaman sonra ismim ile ilgili sorunun bir şekilde kim olduğum --yada kim olmadığım- ile ilgili bir sorun olduğunun farkına vardım.
Düzce'deki Adige "cemaati" mensuplarının pek azı çocuklarına "Adigece" bir isim koymaya cesaret ettiler. Ancak bir çok konuda öncülük eden ailem bana "Jan Berslen" ismini uygun gördü.
Yıllar sonra dünyaya gelen sevgili kardeşime ise ben "Jane" ismini beğendim. Ancak nüfus memurları önce kardeşim, sonra benim için dava açtılar ve komik bir mücadele başladı.
12 Eylül darbesi gündemi de sarsarken, Kürtlere bugün tekrar hatırlanan "Kart Kurt" benzetmesini yapan yönetim, biz Adige'lere de "Dağ Türkü" olmayı uygun görmüştü. Bu yüzden çok açık olarak Türkçe olmayan ve anadilimizde olduğu için tercih ettiğimiz bu isimlerin "Türkçe olduğunu" ispat etmeye çalışıyorduk, nüfus idaresi de doğal olarak tam tersini.
Aynı dönemde, TV'de bangır bangır Bulgaristan'daki soydaşlara yapılan işkenceler, isimlerinin nasıl değiştirildiğini Naim Süleymanov'un nasıl bir eziyet gördüğünü dinliyorduk.
Tüm Kafkas halklarının kahramanı olan Şeyh Şamil'in gözümün önünden hiç gitmeyecek bir portresinin bütün heybeti ile evlerimizi süslediği o günlerde derin bir sürgün duygusu, baskı, yalnızlık ve geleceğe dair endişe hissettiğimizi hatırlıyorum. Hep birileri gelip birilerini götürecek hissi vardı içimizde.Çocuktum ve bu ayrışma duygusunun bir şekilde içime yerleştiğini hatırlıyorum.
Bu yüzden pek çok akrabamız çocuklarına "Şamil" ismini koymak istediler. Bizim yıllar süren isim davamız ile idman yapan Nüfus İdaresi, Şamil isminin de Çerkesce olduğuna hükmetti.
Ve böylece Arapça olan ve belki Düzce dışında pek sorun çıkartmayacak olan "Şamil" ismini tercih eden anne - babalara bir dava bildirisi gitmeye başladı ki, zaten işaretlenmekten korkan insanlar derhal vazgeçtiler!
Böylece kimliğinde "Cemal" yazan ama hepimizin "Şamil" olarak bildiğimiz bir yeğenim oldu.
Sonunda biz isim davamızı kazandık, bildiğim kadarı ile kazanılmış ilk isim davasıdır, emsal dava oldu.Bizden sonra bir çok insan, atalarının , babalarının tercih ettiği isimleri benim ve kardeşimin isim davasını kullanarak taşıyabildiler.
Ben bir ayrık otu olmamak için uğraştım, hayat karşıma bunu sorgusuz çıkarttıysa da.
Ama hiç bir zaman, kim olduklarını unutmamak, "biz varız, buradayız, yaşıyoruz" demekten başka kaygısı olmayan ve kendisi de bir Çerkes olan Nüfus Müdürümüz kadar ayrılıkçı olmadım.
Yorumlar