Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı.
Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan.
Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu.
Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu.
Gün batıyordu.
Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir suret anlamıyordum. Hayat akıp gidiyordu, bense kızıl bir gök altında, bulutların ufku işgalini izliyordum.
Biraz kaç adım ileride bir cami vardı, ayaklarım beni oraya götürdü. Sakin bir şadırvan, akşam namazı için ağır aksak avluya yürüyen yaşlılar. Gözlerim gözlerine değemiyordu, kendimi bir hain gibi hissettim. Adımlarımı takip eden usul ve huzurlu mırıldanmalara aynı tonda cevap verdim. Mermer taşlara oturdum, gökyüzünde bulutlar, mermerdeki çizgiler oldu. Herşey ama herşey kötü bir günü işaret ediyordu. Mermer taşlara oturdum, serinliği derinliğine aldı beni, sakince yıkadım ellerimi, yüzümü... Tarif edildiğince temizledim kendimi... Sonra bin yıldır gidiyormuşcasına, caminin kapısına yöneldim.
Ahşap bir camii, tıkır tıkır ediyor, öksüren insanların, mırıldanarak okuyanların arasında sanki o da nefer alıyor, birşeyler anlatıyor. Eskiden, sessiz halıların üzerinde, hepimiz uslu çocuklar gibi sakin sakin yürür, bir köşeye otururduk sonra... Oturduğumuz yerde birkaç saniye sonra o sessizlik, hareketsizlik içimizdeki kuşun fanusunu kırar, kıpırdanmaya başlardık. Herşey bir an önce olsun isterdik sanki, camideki iş hemen bitsin, oyunlar hemen oynansın, eve hemen gidilsin, hemen yetişkin olunsun, hemen kocaman olunsun isterdik.
Hemen yaşamak isterdik, hemen ölmek olduğunu bilmeden.
Birbirine geçmiş harflere baktım uzun uzun. Bana birşey anlatması gerekiyordu ama anlatmıyordu sanki bu yazılar. Bana bir yol işaret ediyor, ok ok harfler bir yerleri, ama her ucu ile başka bir yerleri gösteriyormuş gibiydi, Birinin ucunu takip etsem bir yere gideceğim ama karşıyor, bir yerlerde buluşamıyor gibiydi. Göstermesi gerekiyor ama göstermiyordu, göremiyordum, anlamıyordum.
İmam geldi,namaz kıldık. Yıllardır alnımı eğmemiştim, eğdim.
Aklıma sinema saati geldi... Namaz umduğumdan çabuk bitti.
İçimde ağlamak çağladı... Kendime bin kez neden hayatımın karıştığını sordum o anda. Neden hüznün yakama yapıştığını... Asla gülümsemeyecek bir yüz,hiç düzelmeyen bir yaşam. Benim azığım bu oldu, neden? Neden hayatın içinde bir resim oldum, bir gerçek olamadım. Bir gerçek olmak için başka acılar mı var, bu harflerin ucuna mı yapışmalıydım yoksa o harflerden kaçmalı mıydım? Neden her sorunun cevabına mecbur kıldım kendimi?
Ağlayamadım. Belki ağlasaydım, başka olurdu herşey...
Ağlayamadım. Kendimi tuttum, içimdeki usluluk beni aldı götürdü.Elimde ayakkabılarım, batmış güneşin mirası alacakaranlığı izledim birkaç saniye... Güneş de, hergün, hiç aksatmadan, hiç itiraz etmeden batıyordu. Sonra doğmak üzere.
Saatime baktım.
Derin bir nefes alıp, sinemaya doğru yola koyuldum.
Tam binanın girişinde, ayaklarım beni aldı arabamın kapısına götürdü.
Arabama bindim.
Aklıma bir mavi gömlek.
Alışıldık şarkılar çalıyordu radyoda.. İçim acıyordu. Yüreğimde derin bir yara açıldı o akşam, kanadı derinliğine ve ben olamamanın, yada ben olmuş ama birşey olmuş olmamanın, yada birşey olmuş olmanın ne olduğunu bilememenin o hain, o pusu kurmuş, o isyankar acısı içimde doğdu.
Her geçen günün, geçen bir güne daha ağlayarak geçmesinin en büyük kayıp olduğunu anlayamadım. Her gün yenilenmek gerektiğini anlayamadım. İçim bitene ağladı, geleni göremedim.
Öldüğümde cebimde kötü bir filmin biletini bulmuşlar, o filme hiç gidemedim.
Jan Devrim
Gökçeada
08/2003- 07/2009
Yorumlar