Çok parlak bir sabahı gördü rüyasında. Yıllarını geçirdiği mutfakta bulmuştu kendisini… Serin bir bahar sabahıydı. Mutluluk kelebekleri gibi konmuşlardı çiçekler ağaç dallarına ve güneş yapraklarından bin mumluk bir ışıkla yansıyordu.
Ocaktaki çaydanlık neşe ile tıkırdıyordu. Tavayı çıkarttı, içine tahta bir kaşıkla yağ koydu, yağ cızırdayıp şarkı söylemeye başladığında yumurtaları attı.
İnce belli bardakları, pencerenin hemen yanındaki masaya yerleştirdi. Evlendiği günlerdeki gibi, mutlu, taze bir gelin gibi hissetti kendisini. O masayı hazırlamak, çatalları koymak ayrı bir mutluluk verdi, işini yapmış, görevini yerine getirmiş gibi hissetti kendisini.
Dış kapının önünde bir tıkırtı duydu, terlikleri ile şıkırdayarak koştu gitti açtı. Kapıcı gazeteyi ve taze ekmeği bırakmış gidiyordu. “Sağol Raif Efendi!” dedi. Fırından yeni çıkmış, tazecik ekmeği elleri ile böldü, buharlar çıkartırken masaya bıraktı.
Bir dal çiçek vardı önceki akşam eşinin getirdiği, onu aldı ve masanın ortasına koydu.
Mis gibi kokan bir somun ekmek, yumurtalar, reçeller, diri Ayvalık zeytinlerinin üzerinde kekik, doğranmış domates ve zeytinyağı. Kar beyaz bir peynir. Güzel bir bardak çay…
Eşi geldi, o tam çaydanlığı yerine bırakıyordu ki arkasından sarılıp “Günaydın Hanım” dedi. Birbirlerinin alıştıkları o kokularını derince içlerine çektiler, hasretle.
Eşinin yüzünde oluşmasını izlediği o kırışıklıklara, artık gitmeyecek yaralara baktı uzun uzun. Kahverengi gözlerine baktı. Çok şey söylemek istedi ama söyleyemedi. “Hadi” dedi “Kahvaltı hazır”
Saim Bey, gazetesini aldı, radyoyu açtı. Keyifle çayını içti. Emekli olalı bir yıl olmuştu. Emekli maaşları ile Ayvalık’ta bu ufak evi almışlardı. Yavaş yavaş çaylarını içip kahvaltı ettiler. Saim Bey gazetesini okudu keyifle, her sabah olduğu gibi, günün tek sigarasını içti kahvaltısından sonra…
“Hanım ben usta getireceğim” dedi “Klozetteki akıntıyı kesemiyorum. Benim elimden gelmeyecek anlaşılan, durmadan akıyor.. Yazık paramıza*
İçi karardı Neşe Hanım’ın. Ama sesi çıkmadı. O aydınlık kayboldu birden bire. Birden bire ilkbahar, kışa döndü evin içinde. Bir ölüm soğuğu geldi. “Gitmesen” diyemedi. Mutfak ile koridor arasındaki o bir adımlık yol uzadı. Saim Bey’in ceketini giyişini gördü. Hani emeklilik parası ile aldıkları o koyu yeşile çalan ceketi. Uzun yüzünü, kahverengi gözlerini gördü uzaktan. Gençliğinden bu yana baktığı ellerini gördü. O ellerin kapıyı açışını gördü.
Bir hamle ile fırladı, kendisini ileri attı ve sürünerek “Gitme” demek istedi. Diyemedi. Kapı ile mutfak arası uzadı, uzadı ve uzadı…
Kapının kapanış sesi ile uyandı Neşe Hanım…
Saim Bey’in o sabah evden çıkıp, bir daha geri gelmemesinden bu yana ilk defa evinde kalıyordu. Çocuklara artık daha fazla yük olmak istemedi. Evini özledi. Henüz kurduğu, henüz alıştığı evine gitmek, 40 yıla yakın zamandır ayrılmadığı koltuğuna, masasına, sandalyesine, o evi kendi evi yapan o eşyalara yakın olmak istedi.
Uyandı. Bir önceki akşam bir parça ekmek almıştı. Onu yedi. Biraz evde oturdu. Sonra eşinin eski kıyafetlerini topladı. Çocuklara söz verdiği üzere, birilerine vermek için hazırladı. Sadece o ceketi koyamadı. Eli varmadı.
Komşular geldiler sonra, ellerinde demlikler, kahvaltılıklar. Beraber oturdular. Bir ara sakince ağladı. Kimse ses etmedi. Sonra ağlaması geçti.
Misafirler gidince, kapıcıyı çağırdı. Akıntıyı anlattı. Kapıcı bir tesisatçı çağırdı.
Genç bir delikanlı geldi, uzun yüzlü. Çalışmaktan yorulmayacak gibi görünen, en fazla 25 yaşındaydı. Belki on dakika sürdü. “Hallettim abla, conta eskimiş” dedi. Eşyalarını topladı.
Neşe Hanım cüzdanından para almak için yatak odasına gitti. Eşinin ceketini gördü. Onu da aldı geldi. “Evladım, bunu birisine verecektim, sen alır mısın? “ dedi. “Belki on kez giyilmemiştir.” Delikanlı heyecanla aldı ceketi, giydi. Kapının önündeki aynada kendisine baktı. “Alırım tabi abla.” Dedi “ Tertemiz ceket”
Neşe Hanım, o loş holde, o ceketin içinde, o uzun yüzlü delikanlının bir an eski eşi olduğunu sandı. Ona sarılmak, kokusunu tekrar hissetmek istedi. Gözü doldu.
“Tamam evladım” dedi “Hayırla giy.” Para istemedi tesisatçı delikanlı gitti.
Neşe Hanım, bir fincan kahve yaptı kendisine. Pencerenin yanına oturdu. Bu eve ilk taşındıkları günlerde, tüm o taşınma koşuşturması bitince, Saim Bey ile birlikte oturup birer fincan yorgunluk kahvesi içmişlerdi.
Uzun bir sessizlikten sonra, Saim Bey “Neşe, yıllar boyu koşturarak yaşadık” demişti. “Bana ömrünü verdin, genç kızdın evime girdin, bugün ikimizde artık sıramızı savdık ve yaşımızı aldık. Teşekkür ederim”
Sonra elini tuttu Neşe Hanım’ın ve ekledi “Benim için seninle bu evde, iş güç düşünmeden geçireceğim sakin bir gün, bu ömrün hediyesi olacaktır. Bir tek sakin günden sonra bile artık mutsuz ölmeyeceğim” dedi.
Sonra bir çok sakin gün geçirdiler Neşe Hanım ile Saim Bey. Neşe Hanım, içindeki acıyı o sakin günlerin hatırası ile bastırdı.
Tek bir sakin günün, bir ömre bedel olduğunu hatırlayarak, uzun bir ömür yaşadı.
Jan Devrim
17/04/2011
Ayvalık
Yorumlar