Ana içeriğe atla

Si Nane

I

Hayal-Meyal hatırlıyorum. dev gibi, dünya kadar büyük bir bahçeydi. Aklımda yeşillik ve çiçekler kalmış, bahar şarkıları gibi bir Nisan ayı...

Üst dalları göğe uzanan bir erik ağacı vardı. Dolu dolu, bereketinden yerlere değen yaprakları, verdikleri için şükranla eğiliyordu sanki. Minik parmaklarımın arasında kocaman görünürdü Papaz erikleri.  Belki altı yaşındaydım. Ağacın  altında, yeşil yaprakların arasından bakarak, erikleri arardı gözlerim. Güneş aralardan sızar, damla damla renk oyunları oynardı. Gözlerimi kapattığımda, yaprakların sesi, bir ninni gibi gelirdi.

Galiba, bir daha asla o erik ağacının gölgesindeki kadar mutlu olamadım.

Dedemin  topraktan yapılmış, kireç boyalı bir evi vardı. Ev, o kocaman bahçenin tam ortasındaydı. Evin arkasında bir meyvalık vardı, erik ağacının yanı sıra, dutlar, kirazlar, şeftaliler, incirler hatta bir ceviz ağacı... Her biri bir evladı, bir torunu müjdeliyordu.

Ön bahçede ise, çitler ile korunmaya alınmış bir çiçek bahçesi, rengarenk onlarca gül ağacına ev sahipliği yapıyordu. Bu çiçeklikten kaçmışcasına, bahçenin her yanında büyük papatyalar, pembe güller, saksı çiçekleri dağılmıştı. Nenej, evin penceresinden bahçeyi izlerken çiçekleri de korurdu. Oyun oynarken bir gözümüz hep onu takip ederdi.

Bahçede koşuştururken, Annem'in sesini duydum.

Ayakkabılarımı fırlatarak çıkarttım ve hemen evin üst katına koştum. Terlemiş, yorulmuş bedenim, divanda oturan annemin yanında sakinleşti.

Annem'in beni koynuna aldığını, başımı okşadığını hatırlıyorum. "Kaqo, biraz uyu"


Annem, bir ninni söylemeye başladı..


"Si nenewu si nane dax
Dunayir sfewoğedax  
Nasıpır wo khıseptığ
Dunayir wo sfıxepxığ"

İkindi vaktiydi. Uyku üzerime bir yorgan gibi örtüldü.



II

Ben Türkçe'yi, 6 Yaşımda öğrenmeye başlamışım. Bakkala gidip, derdimi anlatamadığım için, bakkal ile eve geldiğimi anlatır annem.

Peki ya dil dediğimiz nedir ?

Koştuğumuz dil mi ?
Düşündüğümüz dil mi ?


Galiba, ana dil, annemize seslendiğimiz dildir. Nasıl söylersek söyleyelim, ister "ana" diyelim, ister "nane","mayr" yada  "nana".

Galiba anadil, annemize seslendiğimiz dil demek. Hangi dil olursa olsun, "Anne" dediğinizde içinizde çağlayan o şefkat şerbetini buluyorsanız, o dil ana dilinizdir.

Yıllar sonra, Kadıköy'de, bir ufak müzik salonunda, Gülcan Altan bize nanemizin söylediği ninniyi söyledi. Belki elli belki yüz kişiydik. Hepimiz birlikte söyledik.

Gözlerimiz doldu, içimiz acıdı...

Ardık Adigece konuşamıyorum. Belki bir iki kelime..

Düşünün ki, neredeyse bir buçuk asır önce, yüzbinlerce insanı yokeden bir savaş sonrasında yine yüzbinleri öldüren bir sürgün ile bu topraklara geldik. Geldiğimizde yine savaş vardı. Bu savaşta vurulduk, öldük. Aileler, soylar, isimler ve ninniler kayboldu gitti.

Kaybolanların içinde ben ve benim gibi pek azı kurtuldu, kaldı.

Var olmak ne kadar ağır bir yük şimdi.

Sürgün evlatlarının içindeki acı, taşıdıkları yük, yok olarak azalacak, inkar ederek dinecek.

Ama nasıl bırakalım, nasıl bırakabiliriz?

Nasıl hiç "Si nane"  dememiş gibi yapabiliriz ?

Ekim 2012

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Thassos

Thassos Adası, Kavala'nın açığında bulunan, belki Gökçeada büyüklüğünde güzel bir turizm bölgesi. Ulaşımı Kavala'dan yada Keramoti'den yapılabiliyor. Alexandroupoli'den yaklaşık 150 KM uzaklıkta. Güzel bir otoyol ile ulaşılıyor. Ancak Alexandroupoli/Dedeağaç ile Keramoti arasında çok az akaryakıt istasyonu var. Bu yüzden tedarikli yola çıkmak lazım. Adaya araçla ulaşım Keramoti üzerinden. Esas olarak ada, bu beldeye daha yakın. Kavala'dan yapılacak feribot seyahati daha uzun sürüyormuş. Otoyolda ilk "Feribot" talebasını takip ederek gidilebiliyor. Feribota ulaşmak için zaman zaman tabelalar ortadan kaybolduğundan, Havalaanı tabelasını takip etmek lazım. Son anda başka bir tabela ile yön bulunuyor. Tabelalarda latin alfabesi ile yazılanlar birbirini tutmadığından hayat çok zorlaşabiliyor. Chistopoli yada Hristopoli yazılabiliyor. Aynı gerekçe ile navigasyona da pek güvenmemek lazım. Aynı isme sahip bir çok şehir, bölge var. Rızkının Peşinde Bir Ma...

Alexandroupoli

Alexandroupoli, bizim bildiğimiz adı ile "Dedeağaç", Türkiye'ye son derece yakın bir sahil kasabası. Büyük değil, ama turizm açısından, sınırın Türkiye tarafından kalan bölgelere göre çok daha gelişmiş. Türkiye'den girilen otobandan çıktıktan sonra denize doğru gidince otellere ve yemek yenilebilecek yerlere ulaşılıyor. Bir gün kaldığım için çok fazla inceleyemedim ama her bütçeye göre otel ve lokanta var. Kapıdan girince otellerin verdikleri fiyatlar ile internet üzerinden alınan fiyatlar birbirinden çok farklı. Bu yüzden http://www.hotels.com yada http://www.booking.com gibi adresler uzerinden rezervasyon yapılmasını tavsiye ederim. Üstelik başka ziyaretçilerin yorumlarını da okumak mümkün. Otel fiyatları 50 EU ile 140 EU arasında değişiyor. Şu anda yüksek sezon olmasına rağmen, bize 140 EU'ya kendi havuzu olan bir oda önerdiler. Kalmadık o ayrı... Şehir merkezinde "club"lar, kafeteryalar ve lokantalar yanyana. Otel olarak Thraki oteli tercih ...

Üstümde Bunu Bulmuşlar

Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı. Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan. Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu. Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu. Gün batıyordu. Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir s...