Taksi, tütün ve çay kokuyordu.
Tütünün rahatsız etmeyen bir kokusu vardı, niye bilmiyorum, belki dedemi hatırlattı bana..
Sabah erkenden kalkardı, sabah namazı için, sonra ufak demliği ile yattığı odanın hemen başındaki ufak ocağa odun atar, bir belki iki bardak için yetecek kadar çay demlerdi.
Sarma sigarasını yakar, yün çoraplarını uzattığı ateşi izlerdi.
Ateşi izlemek ayrı bir keyiftir, o keyfi, onu izlerken hissederdim. Koşar, yanına gider, onun gibi bağdaş kurmaya çalışırdım.
Dedem tütün ve çay kokardı.
Uzun ve yorucu bir yolculukla gittiğim şehrin, geç saatte havaalanına inenleri bekleyen taksilerinden birine binmiştim. Hava soğuktu, taksici kalın giyinmiş, beresini kulaklarına kadar çekmişti.
Bıyıklarının altından "Hoşgeldin Abi" dedi ama benden çok ama çok büyüktü..
"Hoşbulduk" dedim. O kadar uykum vardı ki... Otelin adını söyledim.
Havaalanı şehrin dışındaydı, yolumuz uzundu.. "Üşüyorsan sobayı yakayım Abi" dedi.. "Yok" dedim "İyiyim"
"Çorum Sobası var arabada" dedi.. Onu da hatırladım. Belki onbeş yirmi yıl öncesinin arabasıydı zaten, yaşadığım şehre yetersiz kalan ısıtıcıları yerine, yerli ısıtıcı yaptırır, hızla ısıtırlardı arabayı..
"Sağol. " dedim "Allah razı olsun...."
Biraz daha sürdü arabayı. Yol karanlıktı.. Araba bütün gürültüsüne rağmen hızlı gitmiyordu. Arabada boncuk koltuk kılıfı, kilim şeklinde koku, bilardo topu görüntüsü verilmiş bir vites topuzu, plastik kaydırmaz üzerinde anahtarlar, dikiz aynasından sallanan ve anlam veremediğim bir sürücü saçmalık, bir kül tablası, arka koltukları aydınlatan mor - mavi arası bir florasan ışık, bir yerlere yazıldığından emin olduğum kan grubu, el freninin altında üzerinde Ferrari çizimi olan bir sarı kartvizit, koltukların yanında benzin istasyonlarından verilmiş ve bitmesine çok az kalmış kağıt peçete kutuları vardı.
Sessizlik, sanki bir az önce sessiz değilmiş ve polis radyosundan güzel bir türkü çalınmış gibi kırıktı. Araba yavaşça ısındı, ısındıkça benim gerginliğim azaldı, yorgunluğum arttı.
Sanki o arabada yıllar boyu oturmuşum gibi, yani mesela babamın arabasıymış gibi hissettim.
Karanlığın içinden, köy evlerinin ışıklarını izledim. Evde birisinin yürüdüğünü görür gibiydim. Yada televizyonun karşısında çay içen, koltuğa ayaklarını toplamış adamları, beyaz baş örtüsünü toplayıp, elindeki tığ işine devam eden büyük teyzeyi, elini başına dayamış, sıkılmış , uykusu gelmemiş ama uyusa daha iyi olacak gibi duran genç gelini görür gibi oldum.
O evleri saran kış sessizliğinin ve huzurunun içine girmek istedim.
Oysa beni bir yalnız oda bekliyordu biryerlerde. Her gittiğim şehirde yeniden o odaya yerleşmek, tuvaletin temizliğine bakmak, eşyaları yerleştirmek, bir ufak şişe su bulmak ve hiç birşey düşünmeden, yan odan gelen sesleri duymazdan gelerek uyumak bekliyordu beni her seferinde..
"Sigara içer misin abi" dedi. "Yok" dedim "İçmem... Ama sen iç..."
"Sağol abi" dedi. Bir sihirbaz çabukluğu ile çıkardı sigara paketini iç çebinden, bir eli ile paketi direksiyon simidine vurdu birkaç kez.. Bir sigara uzandı, onu dudakları ile çekti, ağzına yerleştirdi. Bu kez iç cebine koymadı paketi ve el freninin altındaki ufak boşluğa bıraktı.
Direksiyonu diğer eline alıp, camı, cam kolunu hızlı hızlı çevirerek açtı. Sonra çok açtığını hissetti, içeri giren soğuktan, biraz kapattı.
Yine iç cebinden ufak sarı bir çakmak çıkarttı. Sigarasını yoldan gözünü ayırmadan yakmaya çalıştı. Yanmadı. Her çaktığında sararmış ve dudaklarına sarkan bıyıklarını, beyaz kaşlarını gördüm.
Yanmadı sigara .. "Hay anasını..." dedi.. Uzandım "bana ver" dedim. Tereddüt ile uzattı.. İki elim ile koruyarak sigarasını yaktım. Işıkta yüzündeki çizgileri gördüm. Belki benden yirmi - yirmibeş yaş büyüktü...
Tanıyor ama tanımıyor gibiydim. Belki adı "Hayrettin" dir, bilmiyordum. Kesin çocuğu vardı, evlendiyse.. Bu köylerden birindedir. Bir tarlası da vardır..
Bilmiyordum.
Ama sigarayı çekişini tanıdım.
Yavaş yavaş şehrin içine girdik. Trafik ışıkları yanıp sönüyordu...Konuşmak istedim onunla ama konuşamadım. Yani "İşler nasıl" demedim yada " Hava da soğuk bugün"
Başımı cama yaslayıp evde olmak istedim. Yüzlerce kilometre ötede, evde ve yatağımda...
Boşluğa bakarken bir ışıkta durduk. Uzun uzun, durduk.
"Abi... Geldik" dedi biraz bekledikten sonra "Bu otel değil mi ?"
Otelin mavi ışıklarına baktım. Evet. O otel..
"Sağol" dedim, cebimden parasını çıkartıp verdim. Para üstünü aldım. Kapıyı açtığımda, zannettiğimden de soğuk olduğunu farkettim. Uzaklarda yürüyen bir iki kişinin gölgesi sokak lambalarının altında uzuyordu. Büyük puntolarla "İndirim" yazılmış vitrinlerdeki mankenler, uzak bir noktaya bitmeyen bir sabır ile bakıyordu...
Valizimi aldım bagajdan "İyi geceler" dedim ve otele yürüdüm.
Bir an yer değiştirmek istedim, o otele gitsin . Ben de arabaya bineyim ve bir sonraki müşteriyi bulmak için biryerde bekleyeyim. Beklerken tanıdığım bildiğim bir yerde, takside uyuya kalayım. Müşteri camı tıklasın.. Derin bir nefes alıp kontağı çevirip arabayı çalıştırayım.
Sabah ışıkları şehrin sokaklarını, hiç kararmamış gibi, aydınlatırken, evimin önüne park edeyim arabayı. Kapıya sessizce açayım. Karımın yanına usulca uzanayım. Sıcak yatakta uykum yokmuş gibi gelsin önce. Ama sonra kendimi kaybedeyim.
Sabah çay kokusu beni yakalayana kadar kalın döşeklerde uyuyayım.
Taksi tütün, çay ve hasret kokuyordu..
Mart 2015, İstanbul
Tütünün rahatsız etmeyen bir kokusu vardı, niye bilmiyorum, belki dedemi hatırlattı bana..
Sabah erkenden kalkardı, sabah namazı için, sonra ufak demliği ile yattığı odanın hemen başındaki ufak ocağa odun atar, bir belki iki bardak için yetecek kadar çay demlerdi.
Sarma sigarasını yakar, yün çoraplarını uzattığı ateşi izlerdi.
Ateşi izlemek ayrı bir keyiftir, o keyfi, onu izlerken hissederdim. Koşar, yanına gider, onun gibi bağdaş kurmaya çalışırdım.
Dedem tütün ve çay kokardı.
Uzun ve yorucu bir yolculukla gittiğim şehrin, geç saatte havaalanına inenleri bekleyen taksilerinden birine binmiştim. Hava soğuktu, taksici kalın giyinmiş, beresini kulaklarına kadar çekmişti.
Bıyıklarının altından "Hoşgeldin Abi" dedi ama benden çok ama çok büyüktü..
"Hoşbulduk" dedim. O kadar uykum vardı ki... Otelin adını söyledim.
Havaalanı şehrin dışındaydı, yolumuz uzundu.. "Üşüyorsan sobayı yakayım Abi" dedi.. "Yok" dedim "İyiyim"
"Çorum Sobası var arabada" dedi.. Onu da hatırladım. Belki onbeş yirmi yıl öncesinin arabasıydı zaten, yaşadığım şehre yetersiz kalan ısıtıcıları yerine, yerli ısıtıcı yaptırır, hızla ısıtırlardı arabayı..
"Sağol. " dedim "Allah razı olsun...."
Biraz daha sürdü arabayı. Yol karanlıktı.. Araba bütün gürültüsüne rağmen hızlı gitmiyordu. Arabada boncuk koltuk kılıfı, kilim şeklinde koku, bilardo topu görüntüsü verilmiş bir vites topuzu, plastik kaydırmaz üzerinde anahtarlar, dikiz aynasından sallanan ve anlam veremediğim bir sürücü saçmalık, bir kül tablası, arka koltukları aydınlatan mor - mavi arası bir florasan ışık, bir yerlere yazıldığından emin olduğum kan grubu, el freninin altında üzerinde Ferrari çizimi olan bir sarı kartvizit, koltukların yanında benzin istasyonlarından verilmiş ve bitmesine çok az kalmış kağıt peçete kutuları vardı.
Sessizlik, sanki bir az önce sessiz değilmiş ve polis radyosundan güzel bir türkü çalınmış gibi kırıktı. Araba yavaşça ısındı, ısındıkça benim gerginliğim azaldı, yorgunluğum arttı.
Sanki o arabada yıllar boyu oturmuşum gibi, yani mesela babamın arabasıymış gibi hissettim.
Karanlığın içinden, köy evlerinin ışıklarını izledim. Evde birisinin yürüdüğünü görür gibiydim. Yada televizyonun karşısında çay içen, koltuğa ayaklarını toplamış adamları, beyaz baş örtüsünü toplayıp, elindeki tığ işine devam eden büyük teyzeyi, elini başına dayamış, sıkılmış , uykusu gelmemiş ama uyusa daha iyi olacak gibi duran genç gelini görür gibi oldum.
O evleri saran kış sessizliğinin ve huzurunun içine girmek istedim.
Oysa beni bir yalnız oda bekliyordu biryerlerde. Her gittiğim şehirde yeniden o odaya yerleşmek, tuvaletin temizliğine bakmak, eşyaları yerleştirmek, bir ufak şişe su bulmak ve hiç birşey düşünmeden, yan odan gelen sesleri duymazdan gelerek uyumak bekliyordu beni her seferinde..
"Sigara içer misin abi" dedi. "Yok" dedim "İçmem... Ama sen iç..."
"Sağol abi" dedi. Bir sihirbaz çabukluğu ile çıkardı sigara paketini iç çebinden, bir eli ile paketi direksiyon simidine vurdu birkaç kez.. Bir sigara uzandı, onu dudakları ile çekti, ağzına yerleştirdi. Bu kez iç cebine koymadı paketi ve el freninin altındaki ufak boşluğa bıraktı.
Direksiyonu diğer eline alıp, camı, cam kolunu hızlı hızlı çevirerek açtı. Sonra çok açtığını hissetti, içeri giren soğuktan, biraz kapattı.
Yine iç cebinden ufak sarı bir çakmak çıkarttı. Sigarasını yoldan gözünü ayırmadan yakmaya çalıştı. Yanmadı. Her çaktığında sararmış ve dudaklarına sarkan bıyıklarını, beyaz kaşlarını gördüm.
Yanmadı sigara .. "Hay anasını..." dedi.. Uzandım "bana ver" dedim. Tereddüt ile uzattı.. İki elim ile koruyarak sigarasını yaktım. Işıkta yüzündeki çizgileri gördüm. Belki benden yirmi - yirmibeş yaş büyüktü...
Tanıyor ama tanımıyor gibiydim. Belki adı "Hayrettin" dir, bilmiyordum. Kesin çocuğu vardı, evlendiyse.. Bu köylerden birindedir. Bir tarlası da vardır..
Bilmiyordum.
Ama sigarayı çekişini tanıdım.
Yavaş yavaş şehrin içine girdik. Trafik ışıkları yanıp sönüyordu...Konuşmak istedim onunla ama konuşamadım. Yani "İşler nasıl" demedim yada " Hava da soğuk bugün"
Başımı cama yaslayıp evde olmak istedim. Yüzlerce kilometre ötede, evde ve yatağımda...
Boşluğa bakarken bir ışıkta durduk. Uzun uzun, durduk.
"Abi... Geldik" dedi biraz bekledikten sonra "Bu otel değil mi ?"
Otelin mavi ışıklarına baktım. Evet. O otel..
"Sağol" dedim, cebimden parasını çıkartıp verdim. Para üstünü aldım. Kapıyı açtığımda, zannettiğimden de soğuk olduğunu farkettim. Uzaklarda yürüyen bir iki kişinin gölgesi sokak lambalarının altında uzuyordu. Büyük puntolarla "İndirim" yazılmış vitrinlerdeki mankenler, uzak bir noktaya bitmeyen bir sabır ile bakıyordu...
Valizimi aldım bagajdan "İyi geceler" dedim ve otele yürüdüm.
Bir an yer değiştirmek istedim, o otele gitsin . Ben de arabaya bineyim ve bir sonraki müşteriyi bulmak için biryerde bekleyeyim. Beklerken tanıdığım bildiğim bir yerde, takside uyuya kalayım. Müşteri camı tıklasın.. Derin bir nefes alıp kontağı çevirip arabayı çalıştırayım.
Sabah ışıkları şehrin sokaklarını, hiç kararmamış gibi, aydınlatırken, evimin önüne park edeyim arabayı. Kapıya sessizce açayım. Karımın yanına usulca uzanayım. Sıcak yatakta uykum yokmuş gibi gelsin önce. Ama sonra kendimi kaybedeyim.
Sabah çay kokusu beni yakalayana kadar kalın döşeklerde uyuyayım.
Taksi tütün, çay ve hasret kokuyordu..
Mart 2015, İstanbul
Yorumlar