13 Kasım günü, uzun yıllardır arzu ettiğim ama bir türlü gerçekleştiremediğim bir etkinlik için Düzce'ye gittim, uzun yıllar sonra sokaklarda yürüdüm, eski günlerimi andım.
Yıkılan binaların hüznünü hissettim, yıkılmayan ve ayakta kalanlar da içimi acıdan anıları tutup getirdiler.
Karışık duygular ile Atilla Gösterişli ile birlikte olacağımız İmza Günü ve Sohbet etkinliğine gitmek için Mekan Kafe'ye doğru yola çıktı. Oraya vardığımda, çok uzun yıllardır, belki 30 senedir görmediğim büyüklerimi, Düzce'nin "Olağan Şüpheli" sanat çevresini gördüm ve çok mutlu oldum.
Mutlu oldum, çünkü gülümseyen yüzleri, umutlu bakışları, ilgileri ile aynı eskiden olduğu gibi, bu şehrin renklerinin güzelleşmesi için çaba gösteriyorlardı. Ama üzüldüm. Pek az yeni isim eklenmiş, pek az genç isim katılmıştı. Sanırım gençler, aynı saatte oynanan Düzcespor maçına gitti.
Bu karışık duygular içinde İstanbul'a döndüm. Kötü haber yolda geldi. Taksim'de yıllar sonra yine patlama olmuş, insanlar ölmüştü. Devrilmiş bebek arabası, acının büyüklüğünü gösteriyordu.
Birkaç gün önce mutlu, neşeli yürüdüğüm sokaklar bebek kanına bulanmıştı.
Evde kimsenin yüzü gülmüyordu. İnternet kapatıldı, uğraştık bir şekilde bağlanabilir miyiz diye, olmadı. Bu arada yurtdışından, özellikle Avrupa'dan arkadaşlarım mesaj atıyor, arıyordu. Bir çok insan iyi olup olmadığım ile ilgili endişelenmişti. Oysa ben bu ülkede ne olduğunu öğrenemiyordum. Söylenene göre, Turizm bakanlığı engel olmuştu.
Oysa turistler herşeyi biliyor, ben öğrenemiyordum.
Bu duygular ile uyudum. Distopik bir dünyaya uyandığımı hissettim.
Biliyorum ki, bu ülke bize huzur vermiyor, vermeyecek. Bir neşe kırıntısını da elimizden alacak. Büyük, kocaman, aşırı varlıklı, şöförlü, güçlü, muktedir ve kendini herşeyin üzerinde gören insanların, bir çeşit bu dönemin kralları, derebeyleri, ağaları kendi inandıkları ve anladıkları gibi güçlü olabilmek için kavga edecekler.
Hiç birşeyden haberi olmayan insanlar, onların bu kavgasında maşa olacak, bir saçma ölüm tanrısına inandırılacak ve başkalarının canına kıyacaklar. Sonra onlar kızacak, sinirlenecek, onun yanında duranların canına kıyacak.
Ekonomisi çıkmazda, fakirliğin büyüdüğü bu ülkede, üzerimizde yıkıcı bir depremin gölgesi var. Oysa o canavarın memelerinden süt emmek için birbiri ile yarışan inşaatçılar, emlakçılar, yıkıntılar arasında henüz cesetler soğumamışken çalacak bir parça eşya arayan yağmacılar gibi. Sadece henüz ölmedik ve henüz yıkılmadık. Onlar şimdiden parçalamaya başladılar.
Zaten fakirlik içinde ezilen insanlar, kemiklerinin üzerinde kalan bir parça eti sıyırmak için birbiri ile kavga eden sırtlanlar gibi, güçlüler arasında parçalanıyor, fırlatılıyor, çekiştiriliyor, bedenleri anlamsız bir araç haline geliyor.
Her ne olursa olsun, ülkenin vatandaşlarına umutsuzluk, hüzün ve endişe düşüyor.
14.11.2022
Yorumlar