Ana içeriğe atla

Elli Yıl Sonra Aynı Fotoğraf


insanların davranışlarını etkileyen tek unsurun din olmadığını, dinin de kendi için fraksiyonlar, bakış açıları ve uygulama farklılıklarına ayrıldığı malum. bir sivilce için bin çeşit farklı krem kullanan ve her birini savunan insanların bulunduğu bir dünyada; hayatın temel yorumunun nasıl yapılacağına dair farklı görüşlerin olması, bu görüşlerin sahiplerinin de birbirlerinden farklı yöntemler kullanıyor olması engellenemez. hayatın çeşitliliğini savunmak; tek düze tek görüş açısının olduğu bir yaşamdan uzak kalmak istemek beraberinde norm diyebileceğimiz "vasat/ortalama" görüş ve yaşamın çok uzağına düşen görüş/uygulamaların olmasını da baştan kabul etmemizi gerektirir.

bugün sol eğilimli görüşte olanları stalinin yada çin rejimlerinin gözünü kırpmadan katlettiği binlerce insandan sorumlu tutulması yada pkk'nın sol eğilimli bir örgüt olmasını düşünerek "siz de bebek katilisiniz" denmesi nasıl vahşi bir yorum olacaksa; "falanca yerde filanca dindarlar berikine şunu bunu yapmıştı, o zaman buradaki benzerlerin anasını çifte telliye götürelim" demek de o kadar akıl dışı bir yaklaşım olacaktır.

başörtüsüne karşı olmak, olmamak, savunmak, örtüp çıkmak gibi tercihlerin hepsi tartışılabilmelidir. ama "başörtüsü takanlar o şiddetin çocuklarıdır" demek; insanları gerçekten o şiddete savurma ve kutuplaştırmak demektir.

sonunda dilek kendini gerçekleştirir, sanıyorum öyle de olacak; basit bir konu "ama sen benim kulağımı çekmiştin" ile devam eden zekaya ihtiyaç duymayan bir tartışmaya dönecek. bu tür alevlerin parlaması için yeterli basınç ve gaz bizim ülkemizde zaten var, birisinin kıvılcım çıkartması yetecek.

yıllar boyu "insanlar birbirine benzerse daha mutlu yaşanır" diye inandığım düşüncemi, hayatın içine girdikten sonra "insanlar farklılaştıkça ve birbirine tahammül ettikçe hayat çekilir, yaşanır, deneyim damıtılır bir nesne oluyor" diye düşünmeye başladım. gençlik; çabuk karar almayı, sonunu düşünmemeyi, o karara göre hareket etmeyi sağlıyor. oysa; az bilgi ile çok iş yapan her zaman yanılır, zeka yaşı kaç olursa olsun mutlaka bu doğrudur:

az bilgi ile çok iş yapan her zaman yanılır.

ne savunan neyi savunduğunun farkında, ne karşı olan neye karşı olduğunu biliyor. birikmiş bir takım temelsiz öfkeler, herhangi bir mantık olmaksızın, bir yerlerden kaçıyor. kaçtığı yerden ince ince kan sızıyor.

bu siyah beyaz resimlere bakıp "bu insanlar bu acıları yaşadılar, basit birşeyin peşindeydiler. onlara kızanlar da sonra pişman oldu, bu işler böyle olmasaydı, keşke bu topluluklar bu acı ile bugünlerini kurmasaydı" demek anlamsız. ama 50 yıl önce o acıları çekenlerin yıkılan hayatları, bozulan ruhlarının o anlık temelsiz öfke ve isteklerin telafi edemeyeceği bir hasar aldığı kesin.

bugün "şu" yada "bu" görüşü savunurken; mutlaka inandığımızı sonuna kadar götürmeli, savunmalı, inanmaya devam etmeli. ama savunurken herkesin bir an evine gittiğini, üstünü başını çıkartıp yatağına girdiğini, serin bir yastığa kafasını koyduğunu ve öfke, mutsuzluk, hırs saçan o beynin içten içe rahatladığını ve uyuduğunu, damarlarında kan dolaştığını, yani herkes kadar uyduğunu, seviştiğini, sevdiğini, istediğini, fakir olduğunu, kız arkadaşı, sevgilisi, kavuşamadığı birisi, sevdiği dizi, gitmediği film, büyük bir göbeği olduğunu, yani herkes kadar insan olduğunu unutmamak gerekiyor.

unutunca, 50 yıl sonra resminizi çıkartıp "bak, bu eşşek sensin" diyorlar. geçen 50 yıl selobantla onarılmıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Thassos

Thassos Adası, Kavala'nın açığında bulunan, belki Gökçeada büyüklüğünde güzel bir turizm bölgesi. Ulaşımı Kavala'dan yada Keramoti'den yapılabiliyor. Alexandroupoli'den yaklaşık 150 KM uzaklıkta. Güzel bir otoyol ile ulaşılıyor. Ancak Alexandroupoli/Dedeağaç ile Keramoti arasında çok az akaryakıt istasyonu var. Bu yüzden tedarikli yola çıkmak lazım. Adaya araçla ulaşım Keramoti üzerinden. Esas olarak ada, bu beldeye daha yakın. Kavala'dan yapılacak feribot seyahati daha uzun sürüyormuş. Otoyolda ilk "Feribot" talebasını takip ederek gidilebiliyor. Feribota ulaşmak için zaman zaman tabelalar ortadan kaybolduğundan, Havalaanı tabelasını takip etmek lazım. Son anda başka bir tabela ile yön bulunuyor. Tabelalarda latin alfabesi ile yazılanlar birbirini tutmadığından hayat çok zorlaşabiliyor. Chistopoli yada Hristopoli yazılabiliyor. Aynı gerekçe ile navigasyona da pek güvenmemek lazım. Aynı isme sahip bir çok şehir, bölge var. Rızkının Peşinde Bir Ma...

Alexandroupoli

Alexandroupoli, bizim bildiğimiz adı ile "Dedeağaç", Türkiye'ye son derece yakın bir sahil kasabası. Büyük değil, ama turizm açısından, sınırın Türkiye tarafından kalan bölgelere göre çok daha gelişmiş. Türkiye'den girilen otobandan çıktıktan sonra denize doğru gidince otellere ve yemek yenilebilecek yerlere ulaşılıyor. Bir gün kaldığım için çok fazla inceleyemedim ama her bütçeye göre otel ve lokanta var. Kapıdan girince otellerin verdikleri fiyatlar ile internet üzerinden alınan fiyatlar birbirinden çok farklı. Bu yüzden http://www.hotels.com yada http://www.booking.com gibi adresler uzerinden rezervasyon yapılmasını tavsiye ederim. Üstelik başka ziyaretçilerin yorumlarını da okumak mümkün. Otel fiyatları 50 EU ile 140 EU arasında değişiyor. Şu anda yüksek sezon olmasına rağmen, bize 140 EU'ya kendi havuzu olan bir oda önerdiler. Kalmadık o ayrı... Şehir merkezinde "club"lar, kafeteryalar ve lokantalar yanyana. Otel olarak Thraki oteli tercih ...

Üstümde Bunu Bulmuşlar

Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı. Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan. Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu. Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu. Gün batıyordu. Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir s...