Bu hayatta gördüğümüz ve göremediğimiz bazı “şeyler” olduğu gerçeğine rağmen nasıl mutlu yaşadağımızı bilemiyorum.Bazı geceler içim ürperiyor, serin gecenin olağan seslerinden biri – bazen ama bazen- olağan dışı geliyor, oysa hareket eden bir nesnenin huzursuz rüzgarlarından yoksun, sadece bir zan olmaktan öte gitmeyen bu sesler ne bir gölge veriyor ne de bir görüntü.
İşte o zaman, asıl o zaman, ben yorganımı üzerime çekiyorum ve titreyerek uyumaya çalışıyorum.
Bu bende çoktur olan, kötü birşey.
Bu yüzden asıl görmediğim şeylerden korkuyorum.
Bu hayaletler ile ilk defa çocukken tanıştım, tam bir tanışma değildi belki ama oradaydılar biliyorum. Henüz ampüllerin kesintisiz aydınlık sunmadığı, kemik beyazı mumların ışığında uyuduğum bir köy gecesiydi. Tatlı ninem, bembeyaz başörtüsünün salıntıları ile namaz kılıyordu. Divanın üzerinden, çiçeki bahçenin karanlık görüntüsünü seyrediyordum. Yine bir yaz gecesiydi, ateş böcekleri ileride dans edercesine koşuşturuyor, mırıltılı bir serinlik içimizi alıyordu.
Bir ürperdi duydum, ninemin namazı bitmişti. Yanıma geldi. Yüzümü hasret ve sevgi ile okşadı, kemikli pamuk elleri ile. Sonra bana “Bak, arkadaşın Mesut gelmiş bahçeye” dedi.
“Nerede nine” dedim. Gözlerimi karanlığa alıştırmaya çalışırcasına, sevinçle bahçeye gitmek istedim. Koşarak kapıyı açtım ve derin karanlığın içine doğru bir adım attım. Ve sert bir duvara çarpmışcasına durdum. Korktum.
Bahçede kimse yoktu. Ninemin camda yüzü soluk, solgun görünüyordu. İçimi derin bir korku saldı. Ninem camı açıp “işte, orada!” dedi. Orada ama nerede. Belli belirsiz sesini duydum.
Yoktu.
Korkarak içeri kaçtım.Ninem bana parmağı ile çocuğu gösterse de, orada yoktu.
Ninem şaşkınlık içinde tekrar baktı ve bu kez o da göremedi ufak dostumu. Korku ile başörtüsünün altına girdim, ninem içten bir Ayet-el Kursi’yi okumaya başladı, titremelerimi koruyucu kolları ile bastırdı. Orada uyuya kalmışım.
Hayaletler ile ilk karşılaşmam böyle oldu.
Aslında hep böyle oldu. Her zaman orada olduklarını anladım, farkettim ama göremedim.
Defalarca göz yanılgısı ile gerçek arasında görüntülerin, sesi duyulurmuşcasına ama yokmuş gibi gelen o fısıltıların kovalamacasında yaşadım. Çocukluğum karanlıkta göremediğim o çocuğun çağrısından kaçarak geçti diyebilirim.
Büyüdüm, sessiz ve kimsenin konuşmadığı yada uzaklardan aranıyormuşcasına gelen sessiz bir geceyi yırtarak gelen fısıltılı telefonlar ile o kadar çok karşılaştım ki, telefonu açmaya korkar hale geldim. Kurşun dökmeler, dualar veya başka çareler.Beni hayaletlerin kovalamasından kurtarmadı.
Bir seferinde, henüz evlenmemiştim, nişanlım ile gittiğimiz kalabalık bir dost sohbetini takiben yolda bana “Nihal ile hiç konuşmadın” dedi. Nihal, birlikte büyüdüğümüz ufak semtin şirin ama çekingen genç kızlarından biriydi.
“Nihal yoktu ki” dedim ona.
İçim dondu. Nişanlım bana o kızın – bana göre sadece görüntüsünün – oturduğu yeri, anlattıklarını uzun uzun anlattı. Ve ben de titremeye başladım. O bahsettiği anlarda, yemek masasının çevresinde ben de vardım ve o sandalyenin boş olduğuna, orada bir tabak olmadığına, kimsenin bu cümleleri kurarak konuşmadığına emindim.
Nişanlımı bırakınca koşarak evime gittim, yüzümü yastığa gömüp bekledim. İçimdeki korkunun güneşin aydınlanması ile bitmesini, Mesut’un fısıltılarının bitmeyen işkencesi ile bekledim. Evde parkelerin çıtırdamasını, su borularından geçen sesleri ve nihayet uzaklardan gelen araba homurtularını benden saklanan ama gittiğim heryeri takip eden o vicdansız hayaletin korkusu ile dinledim, kendimi avutmaya çalıştım ve sonunda baygın düştüm.
Gördüğüm kabusların acısını anlatmam imkansız. Kaç kez haykırarak uyanmaya çalıştım ve kaç kez yorganımın beni boğmaya çalıştığını hissettim bilemiyorum.
İnsanoğlunun en kıymetli yanı, bana göre, bir süre sonra unutması, aklından bu ürkütücü gerçeklerin çıkmasıdır. Yoksa hergün hayaletlerin beni takip ettiği korkusu ile yaşamak, işe gitmek, evlenmek mümkün değil. Bir süre sonra ufak olaylara alışıyor, arada bir korkuyor ama yaşıyorsunuz. Belki deli zannedilmemek, belki normal olabilmek için...
Bir yıl sonra, nişanlım ile evlendim.
Evlendikten sonra, adet budur ya, ailelerin katıldığı bir akşam yemeğini takiben, eşimi çok mutsuz ve huzursuz buldum. Yanına gidip onu neyin mutsuz ettiğini öğrenmek istediğimde “Ablası ile neden konuşmadığımı” sordu bana.
Benden pek hoşlanmadığına emin olduğum ablasının yemekte bulunmadığını hatırlattım. Ve eşim beni yalancılıkla itham etti, hatta ilk kez birbirimize bağırdık.
Birkaç gün sonra , o akşam çekilmiş fotoğrafları gösterdi bana. Ablasının oturduğu koltuğu, masadaki yerini, hatta neredeyse yanyana olduğumuz mutlu aile resimlerini.
Ve ben resimlerde de onu göremedim. Eşimin gösterdiği yerlerde, derin bir boşluk, olması gereken o sandalyenin arkasını, duvarı, tabloları görüyordum.Bir hayaletin hayatımda böylesine yer kapladığını ilk defa farkettim.
Bu derin ve acı durum, kısa zaman sonra eşimin beni bir ruh doktoruna götürmek için ikna etmeye çalışmasına dönüştü. Elbette benim de defalarca yaşadığım deneyimi asla inanmayacağını bildiğim bir “uzman” ile paylaşmamam kadar doğal bir sonuç olamaz. Eşyalarını, hayaletli resimlerini aldı ve gitti. Sonra onu görmedim. Konuşmadım. Bir daha karşıma çıkmadı nedense..
Biliyorum, geceleri çıtırtılar geliyor, biliyorum o fısıltılar, o sessiz ve ruhsuz telefonlar gerçek. Biliyorum, bazı gerçek insanlar oradaymış, gerçekmiş, hayattaymışlar gibi davranıyorlar. Biliyorum onlar, bazı insanların önünde elle tutulur, konuşulur, dokunulur hatta sevilebilir birer gerçek gibi geliyor.
Ama niyeyse ben onları göremiyorum, duyamıyorum.
Galiba bir sebeple, bazı insanlar benim için hayalet oluyor.
Jan Devrim
06.07.2009
Kozyatağı
Yorumlar