Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ani Bir Ziyaret

Babamın, kızıla çalan bıyıkları ile ahşap evin merdivenlerini neredeyse koşarak tırmandığını gördüm. Küçüktüm, minik mutfağın önünde, ahşap saatin gölgesinde oyun oynuyordum. Korkulukların dökülmüş beyaz boyasının altından, kurt delikleri görünüyordu, bazen kıtır kıtır ahşabı yemelerini duyardım, hem korkar hem de hoşuma giderdi. Babam her akşam o korkulukları, merdiveni ve evi sallayarak içeri girerdi. Elinde bir ekmek, bir torbada alakasız birkaç şey; yoğurt yada yağ, her neyse, yanında bir ufak çikolata. Koşarak aldım elinden, kucağına alır sarılırdı, ter kokusunu duymak için daha çok yaslanırdım, babamdı, baba kokardı. Annem, sabunlu elleri ile bulaşıktan çıktı. “Hoşgeldin” dedi, “Hoşbulduk” dedi babam. Sonra beni salona bıraktı babam, televizyon yoktu, çikolata ve ahşap oyuncaklarla oynadım. Onlar fısır fısır konuştular, annem biraz kızdı, biraz dinledi. Ahşap ev, sesleri kulağıma taşıdı.. “Yüzüğü getirip, alır mısın, paraya ihtiyacımız var diye sordu. Almasamıydım?” d...

Bedava İnternet Öldürür!

Hürriyet Gazetesinde bir haber dikkatimi çekti: Bedava internet için evinin yakınındaki inşaata tırmanan bir teknoloji meraklısı, düşüp ölmüş. İşin aslı da şu:Yakındaki bir internet cafenin şifresiz - kablosuz internet erişimini kullanmak isteyen Süleyman Bey gece 01:00'de inşaatın asansör boşluğuna düşmüş. Yıllar boyu hep aynı mücadeleyi sürdürdük: Bedava internet kullanmak. İnternet denen şeyin neye benzediğini pek bilmediğimiz ilk günlerde, 0822'li hatlar ücretsizdi. Sabah evden çıkarken bağlanılır, akşam geldiğinde bir adet şarkının indirilmesinin bitmesine çok sevinilirdi. O zamanlar "Dünyanın en pahallı interneti bizde kardeşim. zaten hiç bir yerde çalışmıyor" diye de bağırıyorduk. Çok kısa zaman içerisinde altyapımız değişti. Artık ADSL Bağlatmak neredeyse başvuru ile aynı gün tamamlanıyor. Hemen hemen heryerde Türk Telekom'un kablosuz altyapısı var. İnternet erişimi bildiğim kadarı ile tüm ülkeye yayıldı. Üstelik oldukça rekabetçi fiyatları var. Yine d...

Cunda'da Serin Deniz Sıcak Hava

Uzun zamandır, belki 6 senedir, Cunda'ya mutlaka bir kez geliyorum. Burası ilk geldiğimde korkunç sakin, güzel yemek ve sakin denizin olduğu bir yerdi. Sakızlı lokma, sakızlı dondurma ve dibek kahvesi... Daha sonra her geldiğimde gitgide daha kalabalıklaştığını gördüm. İtiraf etmeliyim ki, Cunda'nın benim için barındırdığı o özel hatıralar, galiba başkası ile paylaşmama engel oluyordu. Cunda'nın bir eğlence değil dinlence adası olduğunu, insanların buraya "deliler gibi dans etmek" için değil, iyi yemek, güzel müzik ve çoğunlukla sessizlik için geldiğini söylemem lazım. Burada eğer klasik 5 yıldızlı otel konforunu arıyorsanız,o yok. Gördüğüm tüm oteller pansiyon ile otel arasında sıkışmış yerler. Kimse zaten yatmak dışında otelde zaman geçirmiyor. Cunda'da Sural Otel 'de kalıyoruz. Son derece cana yakın bir ailenin işlettiği otel bir akrabanın yanında misafirmişcesine samimi. Zenginliğin çeşitte değil özende olduğunu hissettiren bu otelde işletmeciler Arzu ...

Bir ayrılıkçı ismi olarak Şamil

Bugün, Twitter'dan takip ettiğim Murat Bardakçı 'nın bir yazısında Yer isimlerinin nasıl değiştirildiğini okudum. Doğrusu, çok hayretle karşılamadım. Adı "Jan" olan bir Müslüman'ın var olmayacağını baştan kabullenmiş bir toplumda yaşamak yeterince zor oldu. İsmimi asla bir kerede doğru yazdıramam, önemsiz birşey için ismimi soranlara saçma sapan bir isim söylerim. Ancak, adım ile ilgili bir sorun olduğunu doğup büyüdüğüm şehrin dışına çıkana kadar farketmemiştim. Çok uzun zaman sonra ismim ile ilgili sorunun bir şekilde kim olduğum --yada kim olmadığım- ile ilgili bir sorun olduğunun farkına vardım. Düzce'deki Adige "cemaati" mensuplarının pek azı çocuklarına "Adigece" bir isim koymaya cesaret ettiler. Ancak bir çok konuda öncülük eden ailem bana "Jan Berslen" ismini uygun gördü. Yıllar sonra dünyaya gelen sevgili kardeşime ise ben "Jane" ismini beğendim. Ancak nüfus memurları önce kardeşim, sonra benim için dava açtıla...

Taşımacılık Faciası

Dünyanın en kötü nakliyesi nasıl yapılır? Herhalde ürünü en güvensiz ve en kötü planlanmış şekilde taşırsanız, bir de hasar verirseniz iş tamamdır. Bugün techeblog'da bir örnek gördüm. Bir Dell bilgisayar: 1) Tek başına bir komple TIR'da taşınıyor. 2) Ters yerleştirilmiş. 3) Hasar görmüş. Dell en iyi planlamayı yaparak, lojistiği iyi yöneterek ve müşterisini iyi dinleyerek başarılı olmuş bir firma. Elbette resmin gerçekte ne kadar Dell ile ilgili olduğunu bilmiyoruz ancak başlı başına güzel bir ironi oluşturuyor.

Bir Bluetooth Kulaklık Etrafında Manzaralar

I Beceriksizce sallayıp durduğum uçurtmayı elimden alıp, “Abi, ver ben onu salayım*” diyen 7 yaşındaki veled, soğuktan kızarmış burnu, kirli elleri ile benim ufak kartalımı gökte minicik hale gelene kadar yükseltti. Ben onun uçurtmayı maharetle yönlendirmesini, çekiştirmesini izlerken o da benim kulağımda unuttuğum, bluetooth kulaklığıma bakıp: “Abi sen polis misin?” dedi. Uçurtmamın pilotu Emre’ye hayatında ilk defa gördüğü bu aleti nasıl anlatacağımı bilemedim. Teknoloji ürünleri ile ilgili derin krizlerden biri budur: Başta izah edilebilir bir amaç için tasarlanmış olan cihaz, zaman içerisinde ek fonksiyonlar ile anlatılması güç hale geliyor. O aradaki değişiklikleri kaçırmış birisi için, kafanıza monte ettiğiniz bu mavi ışıklı alet ile Mr. Spak’dan daha komik görünebiliyorsunuz. Bir bluetooth kulaklık ile edindiğiniz özgürlük karşılığında, itiraf edelim, komik ve saçma bir görüntü elde edersiniz. Benim gibi telefonu susmayan birisiyseniz, tahminen, kulaklığı unutur ve garip durumla...

Aziz Katibim Bey Sokak

selamsızın en kesif çingene mahallesinin ortasındadır. yıllar önce 100 mt kadar devamında çok ciddi bir sefaletin kapalı gişe oynadığı, naylondan yapılmış çadırları ile başka bir cingene mahallesi daha vardı, onun devamıdır. fakat diğeri basit bir yangında kül oldu birkaç saat içinde. Daha Büyük Haritayı Görüntüle bu sokak; şehrin içinde yabancı fakat kendine has kalmayı başarmış, özel bir bir adadır. bahar günleri saat 5'de kapının önüne tel maşa bir demlik ve ince bir halı ile oturmuş, üç metre ötedeki duvara bakarak rahatlayan tombul kadınların dedikodularını dinleyebilirsiniz. ağustos'un heyecanlı günlerinde eğer darbuka sesi geliyorsa -ki gelir- bu sokağa dalmak zorundasınız; arkaki boş arazideki düğünü; kötü çingene taklit dizilerinde göremezsiniz. içinde ahşap, yıkılmaya çeyrek kalmış yaşlı ev bulunur. 100 yıl öncesinin çizimlerinde görünen bir camisi, ufak binaları vardır. yıkılmadıysa. istanbul'un değişmediğini gösteren garip bir simgedir. bin yıl konuşulabilir hak...

Ezan Sesi

Bir köy yerinde, sabah serinliğinde ve sessizliğinde içime bir gün bunu son kez duyacağımı hatırlatmıştır. Çocuktum. Yaşlıların divanın yanında, cama yaslanmış ezan sesini bekler halini hatırlarım. Saatlere, zillere ve alarmlara ayarlanmadan önce hayat, bu sese göre yaşanırdı. İkindide buluşulur, yatsı ile eve kapanılırdı. Dünya kirlenirken, cahiller, ezan sesini de kirletti. 24.03.2005

Tomografi, Renkli,Sinemaskop

Hayatımızın yeterince ortalıkta olduğunun farkında değiliz. Ciğerimizi de döküyoruz ortaya. Ben "tam olarak" bağırsak sistemimi renkli sinemaskop öğreneceğim Pazartesi günü... Alakasız gibi ama bir insanın öldüğünü, onu kaybettiğimizi ne zaman anlarız? Mezara verdiğimizde mi, aradığımızda ulaşamadığımızda mı, ihtiyaç duyduğumuzda mı? Galiba o kabullenme başka bambaşka bir hadise. Ben Erdal Amcamı kaybettiğimi yıllar sonra bir gece yarısı uyanarak anlamıştım, ağlayarak, gözyaşları içinde. Kolon kanseri olduğuna dair teşhisin öğrenildiği günü hatırlıyorum. Babamın dükkanında sessiz, sakin bir gün geçiriyordum. Önce amcam geldi ve bana "Önemli birşey yok" dedi... Her zamanki gibi güleçti.. Tahlil sonuçları çıkmıştı. Belki bir yarım saat sonra halam geldi ağlayarak, "kanser" dedi... Yine hıçkırarak gitti. Arası karışık, acı, üzücü olaylarla dolu. Sonra kaybettik. Bebeği henüz dünyaya gelmişti. Önce belim ağrıdı, hoptirinom, sıkıntılı, gitmeyen bir ağrı.. Gitti...