Ana içeriğe atla

Kozmik Otel'de Kat Hizmetlisi



Kozmik Otel, 70'lerin başında bir hastane olarak yapılmıştı, Sakarya'nın Karadeniz'e yakın küçük sahil kasabalarından birindeydi. Hastane çok işletilemedi, yolu yoktu, pek de ilgi gösteren olmadı. Turizmin bir elmas madeni olduğuna inanan bölgenin fındık zenginlerinden biri, Hastaneyi aldı ve dönein uzay yarışı ruhuna uygun olarak otelini, vizyonunu da göstermek istercesine "Kozmik Otel" olarak isimlendirdi. Amblemine de uçuşan bir iki yıldızı koymayı da ihmal etmedi.


Kozmik otel, kaç kez battı bilinmiyor. Kaç kez yeni bir hevesle restore edildi, kaç kez terkedildi... Defalarca böceklerin, evsizlerin istilasına uğradı. Tüm pervazları söküldü, camları kırıldı. Puslu ve yaralayıcı soğuklukta bir ufka bakılan terası birkaç düğüne ev sahipliği de yaptı. Ama evlenenler hiç mutlu olmadı. Fakat Kozmik Otel gibi, hep orada oldular, evlilikleri ve yaralayıcı bir soğuklukla...

Birkaç kez bankaların oldu Kozmik Otel. Denetçiler geldi, emlakçılar tabela astılar, gazetelere ilan verildi. Hep o "köy yerinde açılmış ufak ve şirin otel" olmak istedi. Olamadı. Karadenizin soğuğu binanın içinden ayrılmadı niyeyse...

Beş yıl önce, yine metruk ve terkedilmişken, ilk sahibinin bir akrabasının eline geçti bu kez. Az bir parayla yıkandı, boyandı ve süslendi. Gösterişsiz ve ucuz bir otel olmasına karar verildi ve oldu. İki kez "İstanbul'a yakın kaçamak mekanları" listesinde, bir kaç "en güzel ufak oteller" kitabında ismi geçti. Küçük bahçesine bakıldı, güller açtı. O güllerin resimleri her yeri süsledi. Bahar güzelliğinde broşürler hazırlandı, bir marangoz ustasının yaptığı çardak, teras... Kozmik Otel bir kez daha bahara kavuştu.

Kış aylarında sakindi, hatta Kasım'da kapatılır, sene başında bir daha açılır, belki bir on günlüğüne... Sonra Mart sonuna kadar kapatılırdı. Toplam yirmi iki odanın, hepsi aynı anda hiç dolu olmadı. 

Gelenler, bir iki yaşlı Alman turist sayılmazsa, hiç uzun kalmadı. Ya bir akşam, belki iki akşam. Seyri hoş denizin, sessizliğin çabuk kaçan büyüsü arabaların arkasından, toza karıştı her seferinde.

Hatice Teyze, yakındaki "Karacalı" köyünde yaşıyordu. Bir ev hanımı oldu, 16 yaşında bir tazeyken evlenmişti. Çocukları büyüyüp Adapazarı'na "GÜvenlik" olarak çalışmaya gittiler. Beş yıl önce kocası da rahmetli oldu. Geçimden yana büyük derdi olmadı, çocuklar haftada bir geldiler. Ama sıkıldı. Kozmik Otel'de çalışmaya başladı bir süre önce. Bir önlük verdiler, ilk giydiğinde aynaya bakıp bakıp güldü kendisine. Bir yumak pamuk beyazlığında yüzünden, mavi ama masmavi gözleri insana baktığında huzur verirdi. Kozmik Otelin, soğuk ruhuna aykırı birşey oldu Hatice Teyze.  İçten ve samimi insanlara mahsus sahiplenme ile bu oteli evi bildi. İşini de hayatı. 

Hatice Teyze, sabah erkenden gelirdi otele. Önce "Kahvaltı salonu" denilen altı masalık odayı hazırlar, akşam yemeği için serilmiş kırmızı kadife örtüleri toplayıp, bir gün önce yıkadığı beyaz örtüleri serer, tabakları hazırlardı. Dolaptan, üstü kapatılmış zeytin, peynir tabaklarını çıkartırdı.Birkaç yumurta haşlar ve çayı hazırlardı. Misafirler gelip, uykulu gözleri ile üç domates, bir kaç salatalık ve peynirden oluşan "açık büfe" tabakları ile huzursuzca kahvaltı ederken, üstünü değiştirip, kat arabasını alırdı. Eğer keyfi yerindeyse,  bir koşu köy bakkalına gider, birkaç simit de eklerdi menuye. Eğer keyfi yerindeyse, misafirlere yumurta hazırlar, zeytinin üzerine kekik serperdi. 

Hatice Teyze'nin keyfi, hep yerinde olurdu. 

Bugün de Hatice Teyze'nin keyfi yerindeydi. Kahvaltıyı hazırladı, Pazar sabahı acelesi olanların, uykudan uyanmaya çalışan çocukların, huzursuzsuz gençlerin arasından yürüdü, otelin beş odalı ilk katına çıktı. Kat arabasını aldı. Arabanın üzerindeki minik sabunları kontrol etti, şampuanları, yedek örtüleri. Büyük elektrik süpürgesini çeke çeke ilk kapıya geldi. Kapıyı sakince tıklattı ve "müdürbeyin" öğrettiği gibi seslendi: "haaskipink"

Ses gelmeyince, kendisine mahsus, oteldeki her kapıyı açan anahtarı eline aldı. Bu anahtar, ona emanet edilmiş, yetki belgesiydi. Canı gibi koynunda saklardı onu. O anahtar, her kapıyı açar, mahremlere girerdi. Oysa gördükleri, bildikleri sadece kendisinda kalmalıydı.

Hatice Teyze, pamuk bir örtü gibi örterdi sırların üzerini.

İlk odada,  genç bir çift kalıyordu. Kızı kahvaltı masasında görmüştü, mutluydu belli ki, fakir kahvaltısını heyecanla yapıyor, yeşil gözlerini kırpıştırarak salatalıkları ısırıyor, sevgilisinin henüz uyanmamış gözlerine gülücükler bırakıyordu. Genç sevgili ise, telefonuna bakıyor, çevreye bakıyor ama kıza bakmıyordu. Hatice Teyze'nin içi acıdı bunu görünce.

Odada, sağa sola atılmış bir iki kıyafet, bir ufak çantadan başka birşey yoktu. Sadece yatağın üzerini düzeltti Hatice Teyze. Atılmış cep telefonu şarj cihazlarını toparladı, sehpaya koydu. Sehpadaki bozuk paraları saydı, kültablasına koydu. Saydığı parayı bir kenara yazdı. Tuvaleti temizledi. Üzerinde logo olan minik şampuanı, sabunu değiştirdi. Geceden havasız kalmış odayı bahar havası ile doldurdu, kuş cıvıltıları girdi içeri. Hatice Teyze, sesleri dinledi bir iki saniye ve yerleri süpürdü.

Sonra kapıyı kapattı. Çıktı cıvıltılı odadan...

Diğer odaya geçti, yine uyarı ile tıkırdatarak. İçeri girdiğinde banyodan ses geldiğini duydu. İrkildi önce ama banyo kapısı açıldı. Genç bir adam, "duymadım kapıyı çaldığını" dedi gülümseyerek. "Çıkıyorum hemen". Hatice Teyze kendi odasında başkasını bulmuş gibi hissetti bir an kendisini. Nazikce "Ben beklerim" dedi ama adam hemen çıkacağını söyledi ve teşekkür ederek kapıyı kapattı ve çıktı. Arkasında dağınık bir yatak ve sağa sola atılmış bir kaç kıyafet bırakmıştı. Hatice teyze topladı ortalığı, Pantolanları düzenledi ve askıya astı. Gömlekleri de. Neredeyse dolmuş olan kül tablasını boşalttı, temizledi. Bir seccade buldu, temiz bir sıcaklık hissetti bu gence karşı. Ama sonra sigarayı düşündü ve bu kez üzüldü. Kendi oğlu gibi hissetti bir an ama sonra vazgeçti. 

Sonraki odada bir aile kalıyordu, o oda da dağılmıştı. Üstelik yerlere atılmış yiyecek ambalajları, kirli çoraplar ve açık bırakılmış bir televizyon, kirli bir banyo ile karşılaştı. Hepsini toparladı ve hiç girilmemiş gibi yaptı odayı. ÇOcukların oyuncaklarını sever gibi toplayıp, aynanın önüne dizdi özenle. Torununun zıbınını katlar gibi katladı ufak çocuğun minik elbiselerini ve yorucu bu odada da huzur aldı içine... Ama tertemiz yaptı odayı, akşam bir daha kirlensin diye.

Diğer odada, bir yalnız kadın vardı. Galiba bir bankanın müfettişiymiş. Adapazarı'nda denetime gelmiş ama burada biraz kalmak istemiş. Galiba odasından hiç çıkmamış. Yemeğini odasına istemiş. Bir devrilmiş içki şişesi buldu, biraz da yere akmış belli ki. Yastığı üzerine makyaj bulaşmış, belli ki temizlememiş. Banyoda buldu yarı dolu bardağı. Ufak şampuanlara hiç dokunulmamış. Kadın sabah erkenden "kaçmış" Bir rimel bırakmış ama kim bulacak da gönderecek şimdi. Aldı, kat arabasına koydu. Hatice Teyze derin bir yalnızlızlık sezdi, huzursuz bir bekleyiş, biraz ağlama sezdi. Sağa sola atılmış gazetelerden sıkıntı ve hüzün sezdi. Hatice Teyze sezdiklerini de temizledi...

Son odada bir çift kalıyordu. Sabah kahvaltıda onlar da vardı, sessizdiler. Eşyalarını toplamışlardı, valizleri hazırdı. Yatağı toplamışlardı acemice, yerlerde kötü birkaç ambalaj, bir iki bardak yine. Şişeler. Cüzdanı ordadaydı adamın, açık kalmıştı ve resimler vardı. Hatice Teyze ürktü ve dokunmadı. 

Banyoyu temizledi ve içine bir utanç sindi. Kapıyı kapatınca, kapattı gördüklerini ve sildi.

Hatice Teyze kat arabasını iterek dolaştı Kozmik Otelin odaları arasında. Pamuk yüzü, masmavi gözleri herşeyi gördü. Derin bir anlayışı vardı. Herşeyi anlardı. Ama anladıkları hep kendisinde kalırdı. Gündüz insanlarının gece hallerini bilirdi Hatice Teyze.

Kozmik Otelin kat görevlisi Hatice Teyze, gördüklerini kimseye anlatmazdı.

Jan Devrim
20 Mart 2010/ Batı Ataşehir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Thassos

Thassos Adası, Kavala'nın açığında bulunan, belki Gökçeada büyüklüğünde güzel bir turizm bölgesi. Ulaşımı Kavala'dan yada Keramoti'den yapılabiliyor. Alexandroupoli'den yaklaşık 150 KM uzaklıkta. Güzel bir otoyol ile ulaşılıyor. Ancak Alexandroupoli/Dedeağaç ile Keramoti arasında çok az akaryakıt istasyonu var. Bu yüzden tedarikli yola çıkmak lazım. Adaya araçla ulaşım Keramoti üzerinden. Esas olarak ada, bu beldeye daha yakın. Kavala'dan yapılacak feribot seyahati daha uzun sürüyormuş. Otoyolda ilk "Feribot" talebasını takip ederek gidilebiliyor. Feribota ulaşmak için zaman zaman tabelalar ortadan kaybolduğundan, Havalaanı tabelasını takip etmek lazım. Son anda başka bir tabela ile yön bulunuyor. Tabelalarda latin alfabesi ile yazılanlar birbirini tutmadığından hayat çok zorlaşabiliyor. Chistopoli yada Hristopoli yazılabiliyor. Aynı gerekçe ile navigasyona da pek güvenmemek lazım. Aynı isme sahip bir çok şehir, bölge var. Rızkının Peşinde Bir Ma...

Alexandroupoli

Alexandroupoli, bizim bildiğimiz adı ile "Dedeağaç", Türkiye'ye son derece yakın bir sahil kasabası. Büyük değil, ama turizm açısından, sınırın Türkiye tarafından kalan bölgelere göre çok daha gelişmiş. Türkiye'den girilen otobandan çıktıktan sonra denize doğru gidince otellere ve yemek yenilebilecek yerlere ulaşılıyor. Bir gün kaldığım için çok fazla inceleyemedim ama her bütçeye göre otel ve lokanta var. Kapıdan girince otellerin verdikleri fiyatlar ile internet üzerinden alınan fiyatlar birbirinden çok farklı. Bu yüzden http://www.hotels.com yada http://www.booking.com gibi adresler uzerinden rezervasyon yapılmasını tavsiye ederim. Üstelik başka ziyaretçilerin yorumlarını da okumak mümkün. Otel fiyatları 50 EU ile 140 EU arasında değişiyor. Şu anda yüksek sezon olmasına rağmen, bize 140 EU'ya kendi havuzu olan bir oda önerdiler. Kalmadık o ayrı... Şehir merkezinde "club"lar, kafeteryalar ve lokantalar yanyana. Otel olarak Thraki oteli tercih ...

Üstümde Bunu Bulmuşlar

Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı. Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan. Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu. Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu. Gün batıyordu. Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir s...