Ana içeriğe atla

Tehlikeli Madde - Tehlikeli İnsan


Tehlikeli Maddeler etrafındaki tartışmalar, hararetlenerek devam ediyor. Bunu sorumluluk sahibi bir birey, bir vatandaş olarak taktir etmemek ve katılmak için çaba göstermemek mümkün değil. Bu konu hayatımızın zannettiğizden de önemli bir unsuru.
Ülkemizde risk ve tehlike algılamasına dair temel bakış açısındaki değişim oldukca olumlu. Bu değişimin nereden nereye geldiğini sorgulamak isteyenler, yıllar önce akaryakıt istasyonlarının durumunu gözden geçirebilirler. Benim yaşım genç ama yine de, “Petrol’e gitmek” deyimini duydum. Binaların arasına sıkışmış akaryakıt istasyonları, patlar, yangın çıkartırdı. Çevre halkının homurdanması sonradan geldi. Yavaş yavaş – hala bir iki örneği olsa da – tehlikeli noktalardan kaldırıldılar.
Buna benzer bir kaç örnek daha bulabilirim.
Fakat, gözden ırak olan gönülden ırak oluyor. Sıradan vatandaş ve onun temsilcileri yolda kamyonları hububat taşılanlar ile zehirli kimyasal taşıyanlar olarak ikiye ayırmıyorlar. Taşıma, ülkemizde üründen bağımsız değerlendirilen bir konu olmaya devam ediyor.
Oysa ben biraz daha geniş ve kapsayıcı görmek gerektiğine inanıyorum: Eğer elimizde bir şekilde tehlikeli bir ürün varsa, bunun tüm süreçlerinin değerlendirilmesi gerekiyor ve bunun mevzuatlar, yönetmelikler, standartlar ve kanunlar gibi metinsel bir çerçeveden bağımsız olarak bir birey, yurtdaşlık sorunu olduğunu düşünüyorum.
Kendi adıma bilmek istiyorum ki; çocuklarım okullarından çıkıp eve gidene kadar servislerinin yoluna onlara zarar verecek birşey çıkmasın, ben aracımı kullanırken yetkin olmayan bir sürücünün hatasına kurban gitmeyeyim ve içtiğim su, soluduğum havaya birşeyler karışmasın.
Tehlikeli Maddeleri konuşmaya başladığımızda risk algılamamızı “ütopik ve gerçekleşmesi güç” olaylar çerçevesinden, hayatımızın önemli unsuru olan bu ürünleri “bizi, çevremizi, geleceğimizi üzebilir tehtidler bütünü” olarak değiştirmemiz gerekiyor. Ancak, diyebiliriz ki, Tehlikeli Madde tanımındaki ürünlerin üretim ile nihai tüketiciye artık zarar vermeyecekleri şekilde ulaşmaları arasındaki sürecin tamamını doğru şekilde tüm ilgili tarafların dürüstçe sorumluluklarını üstlendikleri bir yapıda ele almamız gerekiyor. Bu ne sadece bir taşımacılık sorunudur, ne de tüm bu süreçlerin (taşımacılık, depolama, dağıtım, elleçleme v.b.)  risklerini ele aldığımızda, Tehlikeli Madde sorunudur.
Tehlikeli Madde lojistiği tartışmaları, bizim elimizdeki riskli unsurları daha iyi algılamamız için bir “vesile” olmalı. Madde tehlikeli olmasa da bu süreçlerdeki riskleri henüz doğru yönettiğimizi söyleyemiyoruz.

Bu tartışma her başladığında, ADR Mevzuatı ve bu mevzuatın uygulama süreci gibi  her yöne çekilebilen ve nihayetinde herkesin cümleleri bitirip sessizce kendi içinde olumsuz beklentilerini düşündüğü bir sohbet başlıyor.
Evet, ADR Mevzuatının uygulaması ile ilgili ertelemeler ülkemizin içinde bulunduğu riskleri, vatandaş olarak hayatımızdaki tehlikeyi arttırıyor. Bunun bir an önce uygulanması gerekiyor.
Öte yandan bu kadar ayrımcı ve problemi küçültücü bir yaklaşım, sorumluluğu daraltıcı bir bakış açısıyda bu problemi çözebileceğimize inanıyor muyuz?
Ben asıl bunu anlamakta güçlük çekiyorum.
Ülkemizde Tehlikeli Maddeler üretilmekte, yurtdışından çeşitli araçlar ile getirilmekte ve depolanmaktadır. Bu ürünler hammadde, yarı mamul yada mamul olarak farklı noktalardan farklı noktalara taşınmakta, oralarda elleçlenmekte, üretime katılmakta, paketlenmekte, yada her  ne yapılıyorsa yapılmakta.
Bu ürünleri sadece taşınırken görmeye çalışmak, taşımacılık ile ilgili riskleri sadece tehlikeli madde varken görmeye çalışmak gibi tercihli bir körlüktür.
“Birey olarak bir şekilde müdahil olduğum bu sorunun bütününe karşı nasıl bir katkıda bulunurum” sorusunu sormadan bu riskleri ortadan kaldırmaya başlamayız.
Bana göre en üzücüsü de, bu sorunların çözümlerini tasarlarken, sürecin her noktasında insan olduğunun unutulmasıdır. Bu ürünlerin sebep olduğu kazalara ve çevreye verdikleri zararlara ait korkutucu hikayeler anlatılırken, bu ürünü aracına yüklemiş taşımasını yapan bir insan olduğunu, bu insanın eğitimli olmazsa bir litre döküntü ile bir ton döküntü arasında bir fark olmadığını bilmezden geliyoruz sanki.
Mizahi hale getirilen “eğitim şart” cümlesi burada o kadar işe yarıyor ki! Risk analizlerinde, durmadan karşımıza çıkan eğitim, sihirli bir dönüştürücü: Ne mevzuat, ne ekipman, ne de altyapı eğitimin verdiği olumlu katkıyı yapamayacaktır.
Eğitim ile, yönetmesi, algılaması ve çözmesi zor bir riskler bütününü olarak Tehlikeli Madde taşımacılığı ve elleçlenmesini, kolay ve yaşanabilir bir sorun haline getirmek mümkün.
Eğitim başlığında, sadece sürücülerin, forklift operatörlerinin eğitimini algılamamak gerekiyor. Sanıyorum en önemli yanılgı da burada ortaya çıkıyor, eğitim taşıma planlaması yapan sorumludan, bu operasyonları yönetenlere, sevkiyat amirlerinden, mal kabul sorumlularına kadar herkesi ilgilendiriyor.
Eğitim bir risk yönetme aracı olarak bu sürecin en önemli girdisidir ve tüm aşamalarda işe yarayan bir faktördür.
Sanıyorum ülkemizde, özellikler uluslararası taşımalar kapsamında en çok eğitim alanlar sürücülerdir. Sanıyorum bir tehlikeli yük sembolünün ne olduğu, nasıl  zarar vereceğine dair daha fazla eğitim alıyorlar ve biz herşeyi bildiğini zanneden yöneticiler hayatımızda görmediğimiz ve varlığını e-postalar, dökümanlar ve web sayfaları aracılığı öğrendiğimiz risklere karşı biraz duyarsız davranıyoruz.
Tehlikeli madde taşımacılığının en önemli unsuru olan insan, eğitimsiz bir insan bu sürecin aynı zamanda en tehlikeli unsuru olacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Thassos

Thassos Adası, Kavala'nın açığında bulunan, belki Gökçeada büyüklüğünde güzel bir turizm bölgesi. Ulaşımı Kavala'dan yada Keramoti'den yapılabiliyor. Alexandroupoli'den yaklaşık 150 KM uzaklıkta. Güzel bir otoyol ile ulaşılıyor. Ancak Alexandroupoli/Dedeağaç ile Keramoti arasında çok az akaryakıt istasyonu var. Bu yüzden tedarikli yola çıkmak lazım. Adaya araçla ulaşım Keramoti üzerinden. Esas olarak ada, bu beldeye daha yakın. Kavala'dan yapılacak feribot seyahati daha uzun sürüyormuş. Otoyolda ilk "Feribot" talebasını takip ederek gidilebiliyor. Feribota ulaşmak için zaman zaman tabelalar ortadan kaybolduğundan, Havalaanı tabelasını takip etmek lazım. Son anda başka bir tabela ile yön bulunuyor. Tabelalarda latin alfabesi ile yazılanlar birbirini tutmadığından hayat çok zorlaşabiliyor. Chistopoli yada Hristopoli yazılabiliyor. Aynı gerekçe ile navigasyona da pek güvenmemek lazım. Aynı isme sahip bir çok şehir, bölge var. Rızkının Peşinde Bir Ma...

Alexandroupoli

Alexandroupoli, bizim bildiğimiz adı ile "Dedeağaç", Türkiye'ye son derece yakın bir sahil kasabası. Büyük değil, ama turizm açısından, sınırın Türkiye tarafından kalan bölgelere göre çok daha gelişmiş. Türkiye'den girilen otobandan çıktıktan sonra denize doğru gidince otellere ve yemek yenilebilecek yerlere ulaşılıyor. Bir gün kaldığım için çok fazla inceleyemedim ama her bütçeye göre otel ve lokanta var. Kapıdan girince otellerin verdikleri fiyatlar ile internet üzerinden alınan fiyatlar birbirinden çok farklı. Bu yüzden http://www.hotels.com yada http://www.booking.com gibi adresler uzerinden rezervasyon yapılmasını tavsiye ederim. Üstelik başka ziyaretçilerin yorumlarını da okumak mümkün. Otel fiyatları 50 EU ile 140 EU arasında değişiyor. Şu anda yüksek sezon olmasına rağmen, bize 140 EU'ya kendi havuzu olan bir oda önerdiler. Kalmadık o ayrı... Şehir merkezinde "club"lar, kafeteryalar ve lokantalar yanyana. Otel olarak Thraki oteli tercih ...

Üstümde Bunu Bulmuşlar

Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı. Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan. Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu. Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu. Gün batıyordu. Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir s...