Ana içeriğe atla

Yakup'un Sarılması


Doğduğunda, Polatlı’nın ufak bir köyündeydiler, annesi tombul yanaklarını gördüğünde sevinçten ağlamaya başlamıştı. Babasına da bir oğlu daha olduğunu söylediler. Mutlu oldu. Gururlandı.
O gece herkes neşe ile uyudu.
Beş yıl sonra, toz kaldırarak gelen Minibüs’den inen babası, kucağındaki oğlunu göğsüne bastırıyordu, içindeki yaranın kanamasına engel olacakmış gibi. Olmadı. Birşey, ne olduğunu bir türlü anlamadıkları birşey… O birşey, çocuğu “zeka geriliği” ile büyüttü, içlerinde o büyük yara kanadı durdu, acıdı ve acıttı.
Yakup bu mutsuzluktan ve huzursuzluktan uzakta yaşadı. Allah vergisi bir mutluluğu vardı içinde, her zaman açan bir çiçek gibiydi. Hep tombul bir çocuk oldu. Esmer, traşlı kafası, güler yüzü köşeden görüldüğünde birileri hemen yanına gelip komik bir cevap versin diye birşeyler sorardı.
Yakup’da bu oyunu, zannedilenin aksine, hızla çözdü. Verdiği cevaplara herkes gülüyor, eğleniyordu. O da aynı komik cevabı vermeye devam etti:
-       Yakup kuş kalkıyor mu ?
-       Kuş uçtu gitti Mehmet Amca…
Annesi Yakup’u her hafta özenle yıkadı, yıkarken bebek sever gibi sevdi. Yakup’un o haşarı, çoşkulu halleri, evdeki ufak banyoda kaybolurdu. Hüzünlü, yalnız bir çocuk oluverirdi, annesi de sessizce başını okşar, yanaklarını severdi.
Bir kez, Yakup annesine “Ben neden böyleyim Ana?” dedi.
İkisi de ağlamaya başladılar içten ve sessizce… Sonra her banyoya girdiklerinde o an akıllarına geldi. Ve hep sessizce bir iki damla gözyaşı döktü ikisi de. Her seferinde.
Yakup yıkandıktan sonra uyumayı çok severdi.
Bir gün, nereden buldu, neden yaptı bilinmiyor. Yakup abisini gördüğünde kollarını kocaman açtı ve sarıldı. Büyük gövdesinin içine aldı zayıf abisini ve elleri ile şefkatle sırtını okşadı. Abisi içine akan huzuru ve mutluluğu hissetti. Sonra “Bırak tamam” dedi ve her ne yapıyorsa onu yapmaya devam etti.
Yaptığının onaylandığını hisseden Yakup, artık herkese sarılmaya çalışıyordu. İneklerini çayıra götüren Semra Teyze’yi görünce ellerini açıp, tozu dumana katarak üzerine koşmaya başladı ilkin. Semra Teyze’de korkudan aksi yöne kaçarken düştü, her yeri morardı. Ama Yakup bırakmadı ve Semra Teyze ile bir çeşit güreşe dönüşen bir sarılma mücadelesi başlattı ve sarılıp iki saniye bekledikten sonra küfür kıyamet içinde yürüdü gitti, yüzünde derin bir mutlulukla.
Okullar açıldığında, çocuklara sarılmak için kapıda beklerdi. Çocuklar da ondan kaçar, yakalanan “sobelenmiş” gibi olurdu.
Köyde Yakup’un sarılmadığı kimse kalmadı neredeyse. Ama bu bir kovalamaca olarak devam etti.
Bir gün, Eski Çayır’ın arkasında kendi kendine oynuyordu Yakup. Bir gün once traktörünü kanala deviren Seyfi Amca’yı gördü. Seyfi Amca, hem ödeyebileceğinden fazla çıkan masrafa üzülüyor hem de ihtiyaç duyduğunda ne yapacağını bulmaya çalışıyordu.
Aniden önüne çıkan Yakup Seyfi Amca’yı korkuttu. O panikle kımıldayamadı ve Yakup bu bir iki saniyelik boşluktan faydalanarak Seyfi Amca’yı şefkatle kucakladı, sarıldı.
Başını omzuna yasladı, büyük elleri ile sırtını okşadı ve içten, şefkatli bir sesle “Seyfi Amca üzülme, ben sana yardım ederim” dedi, neye yardım edeceğini bilmeden.
Seyfi Amca, bu kısacak anda, kendisini ufak bir çocuk gibi hissetti ve göğüs kafesinin içinden bir sıcaklık, bir rahatlama yayıldı tüm bedenine. O da sarıldı Yakup’a ve sessizce beklediler , sarı tarlaların arasındaki toprak yolda.
Sonra Yakup hiç birşey olmamış gibi çekti ellerini ve anlamsızca bağırarak koştu, kayboldu gitti. Seyfi Amca tebessüm ederek baktı arkasından.  
Seyfi Amca, o sarılmanın mutluluğunu bir sure daha taşıdı içinde. “Bak şu Allah’ın işine” dedi. Bir an “Acaba Yakup Hızır Aleyhisselam olabilir mi?” dedi. Sonra bu fikre güldü.  Eve gidip karısına böyle sarılmak istedi, büyük oğlu Ankara’daydı nicedir. O gelse ona sarılsa böyle ve bebekler gibi onu sevse ne güzel olurdu. Torunu olmadığını düşündü sonra. Bebeklere sarılınca gelen o güzel kokuyu anımsadı. Çocukluğunda okulda gizlice sarıldığı küçük kızı hatırladı. Daha nicesini hatırladı.
Yakup’un sarılması aslında bir ilaçtı ama böyle kayboldu gitti.

08.09.2010
Ataşehir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Thassos

Thassos Adası, Kavala'nın açığında bulunan, belki Gökçeada büyüklüğünde güzel bir turizm bölgesi. Ulaşımı Kavala'dan yada Keramoti'den yapılabiliyor. Alexandroupoli'den yaklaşık 150 KM uzaklıkta. Güzel bir otoyol ile ulaşılıyor. Ancak Alexandroupoli/Dedeağaç ile Keramoti arasında çok az akaryakıt istasyonu var. Bu yüzden tedarikli yola çıkmak lazım. Adaya araçla ulaşım Keramoti üzerinden. Esas olarak ada, bu beldeye daha yakın. Kavala'dan yapılacak feribot seyahati daha uzun sürüyormuş. Otoyolda ilk "Feribot" talebasını takip ederek gidilebiliyor. Feribota ulaşmak için zaman zaman tabelalar ortadan kaybolduğundan, Havalaanı tabelasını takip etmek lazım. Son anda başka bir tabela ile yön bulunuyor. Tabelalarda latin alfabesi ile yazılanlar birbirini tutmadığından hayat çok zorlaşabiliyor. Chistopoli yada Hristopoli yazılabiliyor. Aynı gerekçe ile navigasyona da pek güvenmemek lazım. Aynı isme sahip bir çok şehir, bölge var. Rızkının Peşinde Bir Ma...

Alexandroupoli

Alexandroupoli, bizim bildiğimiz adı ile "Dedeağaç", Türkiye'ye son derece yakın bir sahil kasabası. Büyük değil, ama turizm açısından, sınırın Türkiye tarafından kalan bölgelere göre çok daha gelişmiş. Türkiye'den girilen otobandan çıktıktan sonra denize doğru gidince otellere ve yemek yenilebilecek yerlere ulaşılıyor. Bir gün kaldığım için çok fazla inceleyemedim ama her bütçeye göre otel ve lokanta var. Kapıdan girince otellerin verdikleri fiyatlar ile internet üzerinden alınan fiyatlar birbirinden çok farklı. Bu yüzden http://www.hotels.com yada http://www.booking.com gibi adresler uzerinden rezervasyon yapılmasını tavsiye ederim. Üstelik başka ziyaretçilerin yorumlarını da okumak mümkün. Otel fiyatları 50 EU ile 140 EU arasında değişiyor. Şu anda yüksek sezon olmasına rağmen, bize 140 EU'ya kendi havuzu olan bir oda önerdiler. Kalmadık o ayrı... Şehir merkezinde "club"lar, kafeteryalar ve lokantalar yanyana. Otel olarak Thraki oteli tercih ...

Üstümde Bunu Bulmuşlar

Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı. Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan. Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu. Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu. Gün batıyordu. Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir s...