Mefta Mudiler Servisi
Ufukta, ışıkların o en derin ve en karanlık olduğu anlardan birinde, bulutlarda tatlı bir mavi, hırsız bir kızılla karışıyordu. Oysa, tüm üzerinde sadece bulunduğu yeri değil, içinde bulunduğu anı, kalbinin en gizli yerlerini, karanlık içinde bırakan, çok kötü, çok hain, çok acı veren bir bulut vardı. Bulut, katmer katmer karanlık ve mutsuzluk bırakıyordu sanki ona. Yine de bulutun lif lif ayrıldığı, parçalandığı ve tüm gücünü bıraktığı o uzaklarda rengi masum bir beyaza, buz mavisine ve sonunda mutlu bir gökyüzü aydınlığına kavuşuyordu. Uzaklardan ayırmadığı bal sarısı gözlerinden yaşlar minik damlalar halinde aktı yüzüne. Titreyen elleri sigaradan bir duman daha çekti içine.
Sessiz, kimsesiz ve içten ağlamasına bıraktı kendini.
İçini acıtanın ne olduğunu, hangi kaybın daha büyük olduğunu düşünmedi. Düşünemedi.
Üşüdü. Ezgi çok ama çok üşüdü.
Hayatında hiç üşümediği kadar üşüdü. Elleri kendisini sardı ve yalnızlığına boğuldu bir kez daha...
Oysa, ne güzel bir Sonbahar sabahıydı.
Sabah, henüz güneş doğmuştu. Yazın son bahara kavuştuğu o kararsız günlerden biriydi. Saat beş gibi, alaca aydınlık içine uyandı. Sessizce yataktan sıyrıldı. Perdeyi aralayıp, uyanmakta olan şehri seyretti. Tembel dolaşan kedileri gördü, bir su birikintisinden su içen serçeleri… Rüzgarla sallanan yaprakları gördü, içi ürperdi ama orada olmak istedi. Sonra henüz uyanma vakti gelmediğini düşündü ve yatağına döndü. Başını serin yastığına koydu ve hiç uyanmamış gibi uykuya daldı Ezgi.
Ezgi, sabah uyandığını hiç hatırlamadı ve hiç birşey kalmadı o tatlı ve hayatın özünden gelen ürpermeden.
Sonrası hep aynı, koşuşturma ile yatağından kalkması, hazırlanması ve servisine yetişmesi. Neredeyse hep uyuklayarak işe varması. Plazaların, cam binaların arasından, gökyüzünün sahte yansımalarının arasında binaya varması. On yılı geçti, bu binada çalışıyor, bu serviste, bu insanlar ile geliyor işe.
Ezgi, çok bildik bankalardan birinin kredi kartları servisinde çalışıyor. Bir çok iş yaptı burada, başvuruları inceledi, formları bilgisayara girdi, raporlar hazırladı. Eh, sürekli bir iş. Giriş çıkış saatleri belli. Fazla mesai yok, cumartesi çalışılmıyor. Yemek var, servis var. Nadiren de olsa ikramiye var. “Kovmazlarsa gitmem” dedi bugüne dek hep. Her gün aynı bunalmışlıkla ama inatla, bir çeşit bağımlılıkla geldi işine.
Ezgi hayatının, tekrar eden küçük bir oyuncak olmasını seviyor. Kötü hissediyor bazen kendini, bitmiş ama kuruyor sonra kendisini baştan, baştan başlıyor o tekrar eden heyecan. Baştan başlıyor kalbi gibi atan şehire olan saygısı, hep aynı sesler çıksa da, yaşadığını hissediyor bu tekrarda.
Son üç aydır, Mefta Mudiler servisinde. Tatsız ama basit bir işi var. Hayatını kaybeden kredi kartı sahiplerinin işlemlerini yapıyor. Her gün gördüğü bir “Mefta Raporu” var. Onaylı, imzalı. Borç var mı? Kim ödeyecek? Kart ölümden sonra kullanılmış mı? Basit bir iş, bilgisayarda iki tık. Eğer rahmetli mudi – öyle diyorlar şaka olsun diye – abartmamışsa harcamalarını işi kolay. Eğer borç varsa, hukuk servisine gönderiyor. Eh banka, mefta da olsa mudiden parasını alacak eninde sonunda.
Her gün, ona bir liste gönderiyorlar. Listede isimler, kredi kart numaraları. Listenin başından başlıyor. Hesap hareketlerine bakıyor. Ne harcanmış? Ne zaman? Ödemelere bakıyor. Kiminle görüşüleceğini buluyor. Raporları inceliyor ve hukuk servisine gönderiyor. Elbette, normal çalışanlardan fazla yetkisi var. Tüm bilgileri görebiliyor Ezgi. Görebiliyor ki, meftanın ölümünden sonra akrabaları kartları kullanmamış olsun.
Ezgi, her gün kötü haberler alıyor, bazen daralıyor. Sonra isimler birbirine benziyor, herkes bir Numara oluyor ve kolaylaşıyor Ezgi’nin hayatı. Bazen “Genç ölmüş” diyor arkadaşlarına dönüp. Bazen de ünlü birisinin ismi geliyor. O ünlü ile son anda tanışmış gibi hissediyor kendisini.
Ezgi aslında işini seviyor.
O sabah da Ezgi işine geldi ve çalışmaya başladı. E- Postası’na gelmiş listeyi açtı. Teker taker müşteri numaralarını aldı, “Araştırma Penceresi” ekranına girip önce kartın kapanış işlemlerini yaptı. Mudinin ölüm tarihine baktı, Kart sonra kullanılmış mı? Kullanılmamış. Borç var mı? Çok az. Çok az borç olunca, banka takip etmesi zor oluyor diye borçları kapanıyor. Mudinin işlemlerinin dökümünü aldı yazıcıdan, imzalamak için çıkarttı. Bir sonraki mudiye geçti.
Mudinin son işlemine baktı, para çekilmiş kredi kartından. Tam da ölüm günü. Hemen ölüm raporundaki saate baktı. İşlem saatine baktı. Birbirine yakın çıktı. Mudinin soyadına baktı “Kurtulmuş” içinde, görünmez bir yerde acı bir sızlama hissetti. Yıllar önce “Nejat” ile evlenseler di onunda soyadı “Kurtulmuş” olacaktı. Ama Olmadı, nişanı attılar.
Ezgi hep bu soyadı ile kendini düşündü yıllar boyu “Ezgi Kurtulmuş” Nişanlı olduğunda bir iki kez kendisini böyle tanıttığı da olmuştu.
Aklından bunların geçtiği saniyenin milyarda birindeki anın devamında gözü isme takıldı.
Ezgi’nin gözü, Kurtulmuş isminin yanında, “Nejat” ı gördü.
Ezgi’nin gözü, Nejat Kurtulmuş’un doğum yerinin büyüdükleri şehir olduğunu gördü.
Ezgi’nin yaşlara boğulmuş gözü, eski nişanlısı Nejat’ın hep ezbere bildiği, doğum tarihini gördü.
Ezgi’nin acı çeken ruhu, daraldı, bir el tarafından sıkıldı, kalbi ölümün derinliği, kesinliği ve söylenecek hiç birşey bırakmaması ile sıkıldı.
Ezgi titreyen parmakları ile kağıdı bıraktı. Başını ellerinin arasına aldı ve hiç ses çıkartmadan, kimseye belli etmeden, göz yaşlarının akıp gitmesine izin verdi.
Banka’nın üstünde, herkesin gizlice sigara içtiği çatıya çıktı. En son onu ne zaman gördüğünü düşündü. Ayrıldıktan sonra, kendisindeki eşyaları vermek için bile görüşmediler. Bir daha hiç sesini duymadı. Hiç konuşmadılar. Hiç haber almadı ondan, sadece bir gün, bir arkadaşı arayıp “Nejat bu akşam evleniyor” dedi. Ezgi sessizce “Allah mesud etsin” demişti.
Sonra o akşam, hep düşündü, kendisine bile itiraf etmeden. Saate baktıkça “şimdi gelin alma yapılıyordur” yada “Şimdi Nejat ile gelin dansediyordur” dedi kendi kendine. Sonra bir an geldi, kendisini o düğünde hayal etti. O anları yaşadı, teker taker insanları masalarında ziyaret ettiğini, Nejat’ın çok mutlu olduğunu, elini tuttuğunu, gece yarısı, önceden özenle hazırlanmış eve gittiklerini, birbirlerine sonunda kavuşmanın heyecanı ile buluştuklarını hayal etti.
Ezgi o gece rüya gördükçe ağladı, ağladıkça daha çok gördü ve sabah o ağlamalar ile acısını ve pişmanlığını daha derinlere gömdü. Kalbinin derinliklerindeki binlerce pişmanlığa, terk edilmişliğe, mutsuzluğa ve kırgınlığa bir büyük taş daha ekledi ve gömdü.
Ezgi, sonra hiç birşey olmamış gibi devam etti hayatına.
Bir iki sigaradan sonra kendisini toparladı ve indi masasına, elindeki evrağa baktı bir süre. Sonra, bilgisayarını açtı ve Nejat’ın harcama dökümüne baktı.
Gördü ki bir ay kadar önce bir bebek mağazasından alışveriş yapmış. Tam da Ezgi’nin doğum gününde. Hayat nasıl tesadüfler ile dolu, bir sonraki alışverişin yapıldığı market de tam Ezgi’nin evinin karşısında.
Ezgi her akşam aynı saatlerde marketten yapılmış alışverişler gördü. Hafta sonu bir lokantadan yapılmış büyük bir ödeme.
Ödemelerin günü gününe yapıldığnı gördü. “Mühendis hassasiyeti işte” dedi kendi kendine. Gülümsedi sanki Nejat ölmemiş gibi.
Ezgi son işlemin, bir ATM’den para çekme işlemi olduğunu gördü. Tam bankasının önündeki ATM’den.
İnternetten ismini aradı Nejat’ın. Nasıl öldüğünü de buldu. “Elektrik Mühendisi Nejat Kurtulmuş, Levent’de bankadan para çekerken, uyuşturucu kullanan çocukların bıçakmalası sonucu….”
Ezgi’nin canı daha fazla yanmadı.
Ezgi’nin canını hemen hemen hergün Nejat ile aynı sokaklardan, başka saatlerde geçmiş olmak yakmadı. İş yerinin birkaç
yüz metre önünde öldürülmesi de yakmadı. Bir ay önce bebeği olmuş bir adamın hiç yerine ölmesi de içini acıtmadı o anda. Herhangi bir mudi gibiydi.
Ezgi’nin canını artık onu ebediyen kaybetmiş olmak yaktı. Onunla ilgili aslında içinde, derinliklerde tuttuğu o minik ümit ışığının artık sonsuza dek sönmüş olması yaktı. Ezgi, bencilliğinin algının ötesine geçtiği bir yerde, Nejat’ın ölmesinin artık mutlu olma imkanının elinden alınması olarak gördü ve bu saçma fikrin asla ama asla gerçekleşmeyecek olmasına üzüldü.
Ve üzüntüsünü, Nejat’ı bir hiç için terkettiği o gün olduğu gibi içine gömdü.
Ve Ezgi Nejat Kurtulmuş’un ölmesine alıştı. Evraklarını müdürüne götürdü, imzalattı.
Eve gittiğinde annesine “Nejat ölmüş” dedi. Annesi de şaşırdı, oysa biliyordu iki gündür.
Gece yatağına başını koydu Ezgi, düşünmeden uyudu.
Ezgi rüyasında Nejat’ı görmedi.
03/10/2010 Batı Ataşehir
Yorumlar