Ana içeriğe atla

Maximillian'da Jazz Dinlerken

“Diana Krall” sakince “Sway” söylüyordu sahnede ya da ben kapanmış barın sahnesine bakarak aklımdaki şarkıyı mırıldanıyordum. Bu şarkıyı ilk defa duyduğum ya da duyduğumu sandığım ya da bir milyar kez duyduğum ama ilk defa içime işlediği o inanılmaz filmi hatırlatıyordu bana Münih sokakları, o ekspres treni bekleyen adamda değilse bile, her gece herkese uyku iksirini veren ve rüyalar sırasında dünyayı değiştiren doktorda bir Alman tarzı vardı zaten.

“Diana Krall”, benim için ama sadece benim için, Maximillian Strasse’de kapalı bir barda, piyanosunun başında, bir kot pantolon ve mavi gömlek ile “Sway” söylüyordu. Yerlerde hafif bir ıslaklık vardı ve Mayıs’ın iyilik yaptığından ziyade, Haziran’ın yaramazlık yaptığını düşündüren bir geceydi.  Mavi gömleğinden yaramaz bir dekolte görünüyordu belki, o kadarını karanlıktan seçemedim.

“Maximillian Strasse”de bütün zenginliklerin arasında, bir “Armani” terliklere bakıp gülüyordum çocukça.  Yanımdan “Ferrarri” ve adını bilmediğim “Mercedes”ler geçip gidiyordu.

Yorgun olmamın bütün notalarına basıyordu o akşam “Diana Krall” piyanosunun başında. “Altstad”da yürüdüm sonra biraz. Yıllar sonra belki ilk kez, ya da hayatımda ilk kez, sigara içtim birisinden ödünç alıp. “Sana sonra veririm” dedim ama anladı mı, bilmiyorum. Gözlerini büyükçe açıp baktı sigara içmeme ya da benim sigara istememe ya da ikisinden biri ama çok Ardberg içmediğim halde hangisi olduğunu anlamayacak kadar Haziran, aklıma sahip olacak kadar Mayıs’dı Maximillian Strasse’de

“Diana Krall” benim için “Mack the Knife” söylesin istedim, ama sözlerini de unutsun ve o kadar güzel unutsun ki yeniden bambaşka bir şarkı olsun ve dinlerken, aynı Fitzgerald’ın 1960’da Berlin’de yaptığı gibi sevinmek, eğlenmek, gülmek, şaşırmak ve hayran olmak arasında bir duygu ile kendimizi kaybedelim istedim.

Onun yerine Diana Krall bana “Dream “ söyledi, “L.O.V.E” Söyledi, “Isn’t Romantic” söyledi. Bunları söyledi, hepsini söyledi. Ben o barın sahnesine bakıyordum, ışıklar kapalıydı. Benim elimde bir tütsülü koku, “Ardberg” vardı. Başımı döndürüyordu o koku. Yaşama dair bir inanç veriyordu uyuştururken.

Diana Krall’ın orada olmaması ne kadar yanlıştı aslında, hep bunu düşündüm. Sanki bütün hayatım boyunca, bir Münih Akşamında fuar alanına yakın bir meydanda bir Bavyera şarabı içerken yada Maximillian Strasse de puro içecek bir yer ararken Diana Krall’ın orada olmaması ve benim anlatacaklarımı dinlememesinin, yani benim söylediklerimin ve söylemediklerimin ne kadar önemli olduğunun farkında olmamasının, mesela şu anda bir New York yada her neredeyse orası akşamında çünkü şu anda belki de orada akşamdır, burada akşam batıyor çünkü varlığın üzerine, Piyanosunun üzerine kırmızı şarabını koyup şarkı söylerken bir Jan Devrim’in var olduğunu bilmiyor olmasının ne kadar büyük kayıp olduğunu düşündüm onun için. Ve bunu hep düşündüm sanki ve Diana Krall bunu hiç düşünmedi. En azından biri doğru bu önermelerin, bu da beni fena mutlu etmedi.

Haziran olmayan bir Mayıs akşamında, Maximillian Strasse’de yürüyordum, ellerim cebimde de değildi, ben böyleyim, her şeyi açıkça yazarım. Ama ben buyum, “Zara”dan alınmış Mavi Şapkamı giyip, Maximillian Strasse’de yürüyebilirim. Armani terliklere bakıp gülebilir, o gece yaşamış olmanın, o nefesleri almış, o baharın varlığını bana anlatan, gerçeği, ümidi, sevilmeyi ve aşkı, inancı ve huzuru, şehveti, müziği ve şiiri, henüz tavasından alınmış sıcacık yumurta, yanında bir kızarmış ekmek tazeliğinde günaydın denilmesini koklayabilirim hayattan.


İşte o akşam “Diana Krall” bana kapalı bir barda “Sway” söylüyordu. Ardberg dolu kadehimi onun varlığına kaldırdım. Purom karanlık barın boş sandalyelerini aydınlattı. Boşlukta kadının yüzünde bir gülümseme belirdi. “İşte” dedim “Bu gülümsemeye ihtiyacın vardı.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Thassos

Thassos Adası, Kavala'nın açığında bulunan, belki Gökçeada büyüklüğünde güzel bir turizm bölgesi. Ulaşımı Kavala'dan yada Keramoti'den yapılabiliyor. Alexandroupoli'den yaklaşık 150 KM uzaklıkta. Güzel bir otoyol ile ulaşılıyor. Ancak Alexandroupoli/Dedeağaç ile Keramoti arasında çok az akaryakıt istasyonu var. Bu yüzden tedarikli yola çıkmak lazım. Adaya araçla ulaşım Keramoti üzerinden. Esas olarak ada, bu beldeye daha yakın. Kavala'dan yapılacak feribot seyahati daha uzun sürüyormuş. Otoyolda ilk "Feribot" talebasını takip ederek gidilebiliyor. Feribota ulaşmak için zaman zaman tabelalar ortadan kaybolduğundan, Havalaanı tabelasını takip etmek lazım. Son anda başka bir tabela ile yön bulunuyor. Tabelalarda latin alfabesi ile yazılanlar birbirini tutmadığından hayat çok zorlaşabiliyor. Chistopoli yada Hristopoli yazılabiliyor. Aynı gerekçe ile navigasyona da pek güvenmemek lazım. Aynı isme sahip bir çok şehir, bölge var. Rızkının Peşinde Bir Ma...

Alexandroupoli

Alexandroupoli, bizim bildiğimiz adı ile "Dedeağaç", Türkiye'ye son derece yakın bir sahil kasabası. Büyük değil, ama turizm açısından, sınırın Türkiye tarafından kalan bölgelere göre çok daha gelişmiş. Türkiye'den girilen otobandan çıktıktan sonra denize doğru gidince otellere ve yemek yenilebilecek yerlere ulaşılıyor. Bir gün kaldığım için çok fazla inceleyemedim ama her bütçeye göre otel ve lokanta var. Kapıdan girince otellerin verdikleri fiyatlar ile internet üzerinden alınan fiyatlar birbirinden çok farklı. Bu yüzden http://www.hotels.com yada http://www.booking.com gibi adresler uzerinden rezervasyon yapılmasını tavsiye ederim. Üstelik başka ziyaretçilerin yorumlarını da okumak mümkün. Otel fiyatları 50 EU ile 140 EU arasında değişiyor. Şu anda yüksek sezon olmasına rağmen, bize 140 EU'ya kendi havuzu olan bir oda önerdiler. Kalmadık o ayrı... Şehir merkezinde "club"lar, kafeteryalar ve lokantalar yanyana. Otel olarak Thraki oteli tercih ...

Üstümde Bunu Bulmuşlar

Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı. Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan. Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu. Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu. Gün batıyordu. Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir s...