Ana içeriğe atla

Güneş Batıyordu

Vasiyet Niyetine...

Güneş batıyordu...

Ömrüm bitiyordu...

Bahçenin sakinliği içinden, aslında güllerin ve yemyeşil bir çimenin ortasından uzakta batan güneşin kızıllığına baktım. 

Kımıldamak istedim. Ama oturduğum koltuk izin vermedi.. O koltuktan kalkacak gücüm kalmamıştı artık. O koltuktan kalkmak bir yana; her nefes aldığımda dinlenmek istediğimi hissediyordum.

Ömrüm bitiyordu. Çok değil, bir altmış sene beni taşımış bedenim, benim tek gerçek yoldaşım, beni bırakıyordu..

Önce isyan ettim, kim etmez ki... Ölmek hiç güzel değil, ilk düşündüğünde. Yani herşey bitiyor, bu güzel güllere bir daha bakılmayacak, bahar tazeliğinde bir daha nefes alınmayacak, bir daha karların sessizliği hissedilmeyecek. 

Dostlar arasında kahkaha atılmayacak bir daha.

Yaşadım; belki biraz az belki biraz fazla...

Önce isyan ettim, kim etmez... Sonra...

Sonra yaşadıklarımın yettiğini hissettim. Herşeyin bir zamanı olduğunu ve benim de artık bir daha uyanmak, bir daha sorular sormak ve cevaplar aramak istemedimi anladım.

Artık uyandığımda yorulmak istemiyordum.

Artık uyanmak istemiyordum.

Yaşamak çok yoruyor insanı. Bir çok ama bir çok tekrar var içinde... Kahvaltı etmek mesela, o kahvaltıyı kazanmak. Birşeylere sahip olmak var. Sonra onları kaybetmek.

Artık uyanmak istemiyordum.

Uzaklarda batan güneşin her saniye bir öncekinden daha hızlı kaybolduğunu gördüm. Bu bahçede yıldızları saatlerce izlediğimi hatırladım.

O güzel müziği dinlemiştim, belki yıllarca...

Ağaçların arasından gelen sesler, uzakta ama çok uzakta bir evin ışığının yanması. Bir kapının kapanıp tekrar açılması yada bir motorsikletin sessizliği yırtan gürültüsü ile gelip geçmesi...

Yani var olmak bir anlığına ama sonra o varlığın sakinlik içinde kaybolması. Sigara dumanının bir an çok ama çok varmış gibi ama sonra hiç yokmuş gibi olmasına benzer...

Ama hep vardı ve hep yoktu aslında herşey...

Ne çok konuştum ömrüm boyunca. Anlattım ve durmadan söyledim. Bazen güzel şeyler söyledim. Seni seviyorum dedim. Evladım dedim. Bir tanem dedim. Hayatımın ışığı dedim. Annecim dedim. Bir tane kardeşim dedim. 

Dostum dedim, kardeşim, kardeşlerim dedim.

Kötü de söyledim bazen. Bağırdım. Az bağırmak istedim. Ama bazen çok bağırdım, çok kötü söyledim. 

Utandım, çok utandım. Bazen o kötüyü söylerken utandım.

Yalan da söyledim, kim söylemedi ki ? Para için, aşk için, huzur için, bazen sadece doğruyu söylemek, uzun, zor, pahallı yada sadece sıkıcı olduğu için söyledim. Kadın teni için de yalan söyledim. Şehvet için, dokunmak ve hissetmek için...

İyi ve güzel söylemek, dahası yazmak istedim hep...

Aklım azalıyorken şu saniyelerde; ne söylediysem, itiraf ediyorum, ben söyledim. 

Sevdim ama çok sevdim. Dokunmayı ve dokunulmayı, güzel bir çiçeğe sqbakmayı, güzel bir kadının kalçalarını izlemeyi, güneşin batışını ve doğuşunu, evlatlarımı sevdim. 

Güzel bir akşam iyi bir yemek, tatlı bir içki ve tütünü sevdim. 

Sarhoş olup yatağıma yattığımda, başım dönerken hayal ile gerçeğin birbirine karışmasını, sonsuzluk hissinde dönerek yok olmayı ve bedenimdeki susmayan o  hislerin, huzursuz aklımın yok olmasını sevdim. 

Bir gül goncasının açmasını sevdim. 

Dokundum. Henüz bir gençtim, benim gibi bir gençti, ellerine dokundum. O ellerin elimdeki sıcaklığı hep aklımda kaldı. Şimdi dostça ama o zaman heyecanla hatırladım. O ilk dokunmanın verdiği heyecan, ilk aşk ve ilk hayal kırıklığının yorgunluğunu, acısını hiç unutmadım.

Ve ilk kez bir kadının dudaklarını öptüğümde, kalbimin nasıl attığını biliyorum. Belki o gün bugündür atıyor kalbim, sanki önce hiç atmamış gibi...

Ve sonra aşk... Sonsuz ve yakıcı aşk geldi. Onu da sevdim. Gözlerindeki yıldızları severek, bitmez ve bitirilemez bir ateş ile... Her dokunduğumda içim ısındı...

Ve seviştim. Aşkla, şehvetle, nefretle, dolu dolu ve inanarak...Kadın etine doyarak...

Daha çok istemedim. Hep olanın en güzeli olduğunu gördüm.

Bir yelkenlinin su üzerinde sessiz, göğü yararak gitmesi gibi, daha hızlısı, daha büyüğü yok. Rüzgar ne verirse o kadar... O kadar...

Yaşadım. Yaşayabildiğim kadar..

Şimdi güneş batarken, yarın olmasa daha güzel olarak. Uykum bölünmese artık. Tekrar baştan başlamasam o günlerin yorgunluğuna.. Artık sözlerim bitmiş olsa ve nefesim...

Ne söyleyeceksem söyledim, yazabildiklerimi yazdım.

Hiç olmamış gibi olmamam. Ben bir kez oldum. 

Şeytan da oldum ömrüm boyunca. Her türlü kötülüğü gördüm içimde. Sonra içimde sonsuz sevgi ve şefkat kaynağını da gördüm. 

Şimdi; bu anda ve bu berrak akşam üstünde, doyamadığım tek şey olan ikindi sakinliğini de içime çekmiş, görevimi yapmış, yolumu tamamlamış olmak kadar beni mutlu eden birşey yok.

Ve biliyorum ki mutluluklar uzun sürmüyor.

İşte yaşadım altmış sene belki biraz fazla.

İşte benden öncekilerin yanına gitme vaktim geldi. Küçük şehrimizde, arka yollara saklanmış o mezarlıkta, babamın ve ondan öncekilerin olduğu o sakin koruluğa. Gecelerin üzerimizi örtecek huzura, kışın gelecek o tatlı yorgana ve hiç bitmeyecek uykuya..

İşte vaktim geldi. Tüm hayat boyu koşuşturmam, sakin bir an içindi...

Güneş batıyordu..

Ömrüm bitiyordu...

Ne güzel oluyordu...



Haziran 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Thassos

Thassos Adası, Kavala'nın açığında bulunan, belki Gökçeada büyüklüğünde güzel bir turizm bölgesi. Ulaşımı Kavala'dan yada Keramoti'den yapılabiliyor. Alexandroupoli'den yaklaşık 150 KM uzaklıkta. Güzel bir otoyol ile ulaşılıyor. Ancak Alexandroupoli/Dedeağaç ile Keramoti arasında çok az akaryakıt istasyonu var. Bu yüzden tedarikli yola çıkmak lazım. Adaya araçla ulaşım Keramoti üzerinden. Esas olarak ada, bu beldeye daha yakın. Kavala'dan yapılacak feribot seyahati daha uzun sürüyormuş. Otoyolda ilk "Feribot" talebasını takip ederek gidilebiliyor. Feribota ulaşmak için zaman zaman tabelalar ortadan kaybolduğundan, Havalaanı tabelasını takip etmek lazım. Son anda başka bir tabela ile yön bulunuyor. Tabelalarda latin alfabesi ile yazılanlar birbirini tutmadığından hayat çok zorlaşabiliyor. Chistopoli yada Hristopoli yazılabiliyor. Aynı gerekçe ile navigasyona da pek güvenmemek lazım. Aynı isme sahip bir çok şehir, bölge var. Rızkının Peşinde Bir Ma...

Alexandroupoli

Alexandroupoli, bizim bildiğimiz adı ile "Dedeağaç", Türkiye'ye son derece yakın bir sahil kasabası. Büyük değil, ama turizm açısından, sınırın Türkiye tarafından kalan bölgelere göre çok daha gelişmiş. Türkiye'den girilen otobandan çıktıktan sonra denize doğru gidince otellere ve yemek yenilebilecek yerlere ulaşılıyor. Bir gün kaldığım için çok fazla inceleyemedim ama her bütçeye göre otel ve lokanta var. Kapıdan girince otellerin verdikleri fiyatlar ile internet üzerinden alınan fiyatlar birbirinden çok farklı. Bu yüzden http://www.hotels.com yada http://www.booking.com gibi adresler uzerinden rezervasyon yapılmasını tavsiye ederim. Üstelik başka ziyaretçilerin yorumlarını da okumak mümkün. Otel fiyatları 50 EU ile 140 EU arasında değişiyor. Şu anda yüksek sezon olmasına rağmen, bize 140 EU'ya kendi havuzu olan bir oda önerdiler. Kalmadık o ayrı... Şehir merkezinde "club"lar, kafeteryalar ve lokantalar yanyana. Otel olarak Thraki oteli tercih ...

Üstümde Bunu Bulmuşlar

Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı. Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan. Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu. Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu. Gün batıyordu. Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir s...