Süleyman, kaldırımın üzerindeki ağaca yaslandı, ağacın betonun içinde açılmış ufak toprak parçasından çıkışına hayret etti, arabaların sesleri aklına düşen kopuk düşünceler karıştı, bir köpeğin geçişini gördü, bir adamın telefonla konuşmasını izledi ve ağacın yapraklarının sallanmasını hissetti. Bunların hepsi aynı anda oldu ama en çok betonların içinden ağaca ayırılmış olan o küçük boşluğu düşündü. Ama diğerlerini de düşündü.
Başı dönüyordu, kusmak istedi ama sonra o küçük boşluğu kirletmek istemedi, yaslandığı yerden düşecek gibi oldu ama sonra tekrar dengesini buldu.
Yavaş ama çok yavaş hareketler ile elini cebine attı, yamuk, ezilmiş bir sigara paketi çıkarttı, sonra pantolonunun ceplerini yokladı, bir ufak şişlik geldi eline, onu çıkarttı iki parmağının arasından, bir kağıt parçasıydı, montunun cebine attı. Tekrar aradı. Bir çakmak buldu. Çakmak ile sigarasını yakmaya çalışırken tekrar dengesi bozuldu. Sonra yaktı. Çakmak tutan elini saldı, diğer eli ile sigarasını sıkı sıkı dudaklarının arasına bastırdı, gözlerini kapattı, ince, kirli sakallı yüzünü göğe doğru çevirdi, sıkı bir nefes çekti, sigaranın ucu hararetle yandı, öyle ki, ısısı parmaklarına geldi.
Sonra ağzını açtı, dudaklarından ve burnundan büyük bir duman hüzmesi çıktı, bir bulut oldu, ağacın dalları, yaprakları arasından yükseldi ve dağılıp gitti.
Bir an uyuduğunu zannetti ama sonra korna sesi, gürültü ve serin bir rüzgar sayesinde uyumadığını farketti. Işıklar mat ile parlak arasında gidip geliyordu.
Ellerini cebine soktu, tekrar yürümeye başladı. Yürüdüğü yönü pek düşünmedi, belki de geldiği yöne yürüyordu. Sadece yürüdü.
Karşısından gelen bir kadını ona benzetti. Sonra o olmadığını anladı. Bir sonraki kadın hiç benzemiyordu. Sonraki bir adamdı ama tanıdığı birisine benziyor gibiydi. Bu oyun hoşuna gitti. Gördüğü insanların ona benzeyip benzemediğini düşündü. Birisi hiç ama hiç benzemiyordu, o kadar benzemiyor olması onu çok üzdü. Belki biraz benzeyebilirdi ama sanki dünyadaki insanlar arasında ona en az benzeyen insanı bulmuştu ve bu insan onun artık olmadığını ve olmayacağını ona hatırlatmak için yaratılmıştı.
Biraz sonra yine bir ağacın yanında durdu, aynı şaşkınlıkla betonun içinde ağaca bırakılmış olan o küçük toprak parçasına baktı. Ağacı inceledi, oradan nasıl çıktığını ve nasıl olup at bu kadar büyük, heybetli olduğunu anlamaya çalıştı.
Oysa babasının köyünde ağaçlara büyük, devasa alanlar bırakırlardı ve böylece dalları göğü kaplayan, altında ayrı bir iklim olan görkemli ağaçlar yetişirdi.
Bu şehirde herkesin az ile yetinmesi gerektiğini düşündü. Babasının köyünü düşündü, orayı ne kadar az gördüğünü, ne kadar özlediğini düşündü. Sonra vazgeçti. Hayvan kokusunu, sıkıcı sessizliği ve tekrar eden günleri hatırladı.
Bir kez daha Belkıs düştü aklına. Başını ezen bir ağrı saplandı bir saniyeliğine sonra geçti. Biraz daha yürüdü, üstü başı kirli, yalınayak yürüyen bir çocuk yanına yaklaştı. Para istedi, Süleyman kabaca onu reddetti. Küfretti sonra da. Çocuk da küfretti ve arkasını dönüp gitti.
Sonra o çocuğu düşündü. Babası yetimdi. Yahya isimli zengin bir adam babası Davut’u evlat edinmişti. Kimseleri yoktu, Yahya’nın ailesinden başka. Eğer Yahya, küçük yaşta babasını kurtarmamış olaydı, şimdi bu çocuk gibi sokaklarda dolaşıyor, dileniyor olabilirdi.
Ama o zaman Belkıs dan ayrılmak zorunda kalmazdı. Ama o zaman Belkıs ı tanıyamazdı, başkasını sevmek zorunda kabilirdi. Belki Belkıs dan daha çok sevecekti. Belki de Daha az.
Olabileceklerin çokluğu dal dal, yaprak yaprak beyninde çoğaldı. Sonra aklı yoruldu.
Biraz daha içki içmek istedi. Yolda gördüğü bir bara doğru yürüdü. Önünde durdu. Kapalı olduğunu farketti. Sonra saati düşündü. Acaba sabah olmuş muydu? Karanlık olduğuna göre, henüz, sabah olmamıştı. Ama bar kapalı olduğuna göre erken de değildi.
Yine gelen geçenlerin yüzüne baktı. Birbirinin aynısın iki insan olup olmayacağını düşündü. Yüzü aynı, saçı aynı, yaşı aynı, ikiz gibi. Sonra ikizlerin varlığının bu sorusuna yeterli cevabı verdiğini düşündü. Peki ya bu birbirine benzer insanları aynı anda başka yerde görenler şaşırmaz mıydı? Biri, örneğin Ankara’dayken, diğeri İstanbul’daysa. Ve birisi diğerini görüp, nasıl olupta başka şehirde olduğunu düşünmez miydi?
Yavaş yavaş ayılmaya başladı Süleyman. Aklına düşen saçma sapan düşüncelere kendisi de şaşırdı.
Bir süre kaldırımın kenarında dikildi, bir taksi yavaşladı. Elini kaldırdı, taksi durdu. Bir an tereddüt etti. Ama sonra bindi. Adresi söyledi.
Ertesi sabah, akşam aklına düşen o garip hisleri, hayalleri unutmuş olarak kalktı. Valizini hazırlamıştı, en büyük hayali olan ABD’deki yüksek lisans programı için yola çıkıyordu.
Annesi ve babası ile vedalaştı.
Belkıs’ı bir daha düşünmedi, Davut oğlu Süleyman.
15/11/2019 Kadıköy
Başı dönüyordu, kusmak istedi ama sonra o küçük boşluğu kirletmek istemedi, yaslandığı yerden düşecek gibi oldu ama sonra tekrar dengesini buldu.
Yavaş ama çok yavaş hareketler ile elini cebine attı, yamuk, ezilmiş bir sigara paketi çıkarttı, sonra pantolonunun ceplerini yokladı, bir ufak şişlik geldi eline, onu çıkarttı iki parmağının arasından, bir kağıt parçasıydı, montunun cebine attı. Tekrar aradı. Bir çakmak buldu. Çakmak ile sigarasını yakmaya çalışırken tekrar dengesi bozuldu. Sonra yaktı. Çakmak tutan elini saldı, diğer eli ile sigarasını sıkı sıkı dudaklarının arasına bastırdı, gözlerini kapattı, ince, kirli sakallı yüzünü göğe doğru çevirdi, sıkı bir nefes çekti, sigaranın ucu hararetle yandı, öyle ki, ısısı parmaklarına geldi.
Sonra ağzını açtı, dudaklarından ve burnundan büyük bir duman hüzmesi çıktı, bir bulut oldu, ağacın dalları, yaprakları arasından yükseldi ve dağılıp gitti.
Bir an uyuduğunu zannetti ama sonra korna sesi, gürültü ve serin bir rüzgar sayesinde uyumadığını farketti. Işıklar mat ile parlak arasında gidip geliyordu.
Ellerini cebine soktu, tekrar yürümeye başladı. Yürüdüğü yönü pek düşünmedi, belki de geldiği yöne yürüyordu. Sadece yürüdü.
Karşısından gelen bir kadını ona benzetti. Sonra o olmadığını anladı. Bir sonraki kadın hiç benzemiyordu. Sonraki bir adamdı ama tanıdığı birisine benziyor gibiydi. Bu oyun hoşuna gitti. Gördüğü insanların ona benzeyip benzemediğini düşündü. Birisi hiç ama hiç benzemiyordu, o kadar benzemiyor olması onu çok üzdü. Belki biraz benzeyebilirdi ama sanki dünyadaki insanlar arasında ona en az benzeyen insanı bulmuştu ve bu insan onun artık olmadığını ve olmayacağını ona hatırlatmak için yaratılmıştı.
Biraz sonra yine bir ağacın yanında durdu, aynı şaşkınlıkla betonun içinde ağaca bırakılmış olan o küçük toprak parçasına baktı. Ağacı inceledi, oradan nasıl çıktığını ve nasıl olup at bu kadar büyük, heybetli olduğunu anlamaya çalıştı.
Oysa babasının köyünde ağaçlara büyük, devasa alanlar bırakırlardı ve böylece dalları göğü kaplayan, altında ayrı bir iklim olan görkemli ağaçlar yetişirdi.
Bu şehirde herkesin az ile yetinmesi gerektiğini düşündü. Babasının köyünü düşündü, orayı ne kadar az gördüğünü, ne kadar özlediğini düşündü. Sonra vazgeçti. Hayvan kokusunu, sıkıcı sessizliği ve tekrar eden günleri hatırladı.
Bir kez daha Belkıs düştü aklına. Başını ezen bir ağrı saplandı bir saniyeliğine sonra geçti. Biraz daha yürüdü, üstü başı kirli, yalınayak yürüyen bir çocuk yanına yaklaştı. Para istedi, Süleyman kabaca onu reddetti. Küfretti sonra da. Çocuk da küfretti ve arkasını dönüp gitti.
Sonra o çocuğu düşündü. Babası yetimdi. Yahya isimli zengin bir adam babası Davut’u evlat edinmişti. Kimseleri yoktu, Yahya’nın ailesinden başka. Eğer Yahya, küçük yaşta babasını kurtarmamış olaydı, şimdi bu çocuk gibi sokaklarda dolaşıyor, dileniyor olabilirdi.
Ama o zaman Belkıs dan ayrılmak zorunda kalmazdı. Ama o zaman Belkıs ı tanıyamazdı, başkasını sevmek zorunda kabilirdi. Belki Belkıs dan daha çok sevecekti. Belki de Daha az.
Olabileceklerin çokluğu dal dal, yaprak yaprak beyninde çoğaldı. Sonra aklı yoruldu.
Biraz daha içki içmek istedi. Yolda gördüğü bir bara doğru yürüdü. Önünde durdu. Kapalı olduğunu farketti. Sonra saati düşündü. Acaba sabah olmuş muydu? Karanlık olduğuna göre, henüz, sabah olmamıştı. Ama bar kapalı olduğuna göre erken de değildi.
Yine gelen geçenlerin yüzüne baktı. Birbirinin aynısın iki insan olup olmayacağını düşündü. Yüzü aynı, saçı aynı, yaşı aynı, ikiz gibi. Sonra ikizlerin varlığının bu sorusuna yeterli cevabı verdiğini düşündü. Peki ya bu birbirine benzer insanları aynı anda başka yerde görenler şaşırmaz mıydı? Biri, örneğin Ankara’dayken, diğeri İstanbul’daysa. Ve birisi diğerini görüp, nasıl olupta başka şehirde olduğunu düşünmez miydi?
Yavaş yavaş ayılmaya başladı Süleyman. Aklına düşen saçma sapan düşüncelere kendisi de şaşırdı.
Bir süre kaldırımın kenarında dikildi, bir taksi yavaşladı. Elini kaldırdı, taksi durdu. Bir an tereddüt etti. Ama sonra bindi. Adresi söyledi.
Ertesi sabah, akşam aklına düşen o garip hisleri, hayalleri unutmuş olarak kalktı. Valizini hazırlamıştı, en büyük hayali olan ABD’deki yüksek lisans programı için yola çıkıyordu.
Annesi ve babası ile vedalaştı.
Belkıs’ı bir daha düşünmedi, Davut oğlu Süleyman.
15/11/2019 Kadıköy
Yorumlar