Ana içeriğe atla

Kayıp Kokular Atlası

 Kokuların Kayıp Atlası

 

Birkaç gündür, belki üç gündür tam olarak, damağımda adını koymadığım tatlar var. Aklıma düşüyor bu tatlar, kokular ama neyin kokusu olduğunu hatırlayamıyorum. Bir çeşit bunama gibi geliyor düşününce, insanın bir kelimeyi yada bir film artistini hatırlayamaması ama tam da hatırlayacak gibi hissetmesine benziyor.

 

İyi tarafından bakarsam, hasta değilim, kokular canlı, renkli. Sadece isimleri yok.

 

Biri, en son aklıma takılan, az önce diyebilirim, biraz baharatlı biraz karamelli bir koku. Bir yiyecek yada içecek. Daha çok içecek gibi, belki bir bitki çayı yada bir konyak. Tarçın var sanki içinde ama baskın bir tarçın kokusu değil, karamele uyum sağlamış bir koku. Ancak ağır değil bu kokular, taze, ıhlamur ağacının altında çay içmek gibi bir koku. Haziran akşamı, çitlerden sökülmüş tahta parçaları ile bir oturak yapılmış, iki kişi ancak oturur. Yamuk yumuk, ahşap yağmur ve güneşten eskimiş, elini sürsen parmaklarına kıymık kaçabilir. Çiviler paslı. Önünde, benzeri bir masa var. Düzgün durmuyor, toprak üzerinde belli belirsiz sallanıyor. Kalasların arasında boşluklar var. Belki bir minik örümcek koşuşturuyor arada. Güneş ağacın yapraklarının arasından yollar buluyor ve masayı ısıtıyor. Örümcek gölgeye doğru kaçıyor.

 

Orta yaşlı ama olduğundan çok yaşlı duran bir kadın metal bir tepside çay getiriyor. Giderken beyaz başörtüsünü sıkıştırıyor, saçları görünmüyor. Baş örtüsünün işlemeleri de beyaz. Kalsa, sohbet etsek diyorum ama gidiyor. Kireç boyalı evin büyük iki kanatlı ahşap kapısının arasından kaybolup gidiyor.

 

Çayın dumanı üzerinde, kokusu zengin. Ihlamur ağacından baygın, ballı bir koku geliyor, içime çekiyorum. Tazeleniyorum, yenileniyorum. 

 

Çayımı içiyorum. Dilimi yakıyor önce, sonra genzimi. Karanfilli bir çay. Karanfil burnumu işgal ediyor, tüm diğer kokuları arkasına alıyor ilkin ve sonra hafifliyor.

 

Güneş, çaydan aldığım her yudumla batıyor. Yavaş batsın diye ağır ağır içiyorum. Ağacı inceliyorum, toprağı, çamuru. Uzaktaki gül bahçesini, güllerin salınmasını izliyorum. Çimenler arasında papatyalar var. Minik minik. Onlara bakıyorum, bu an bir anıdan sanki, bir fotoğraftan. Hani babam yeni bir fotoğraf makinesi almıştı, burada bir sandalyenin üzerinde fotoğrafımı çekmişti. Güzel bir haziran akşamıydı, yada öyle olsa daha iyi olur. 

 

O gün de böyle papatyalar vardı bahçede. Sonra öğrendik ki o fotoğraflar hep bulanık çıkmış. Duruyor hala bir yerlerde, minik papatyalar gününde çekilmiş, bir çocuğun neşeli ve mutlu ama bulanık fotoğrafları.

 

Kokuların kaybolmasından çok korkuyorum, kokular beni bir yerlere bağlayan halatlar gibi, sağlam ve güvenli. Aklımın sağlam ve güvenli olması mesela.

 

Üzerine kahve dökülmüş bir ayva. Rakı içildikten sonra, tatlı niyetine. Belki biraz da limon sıkılır. Garip, itici tatlar birbirine nasıl uyum sağlıyor. 

 

Anasonun neşeli tadının alkol ile sertleşmesi, bahar çiçekleri dolu bir dik tepeye tırmanmak gibi.

 

 

Belki üşenmeyip her bir kokuyu yazmak lazım, bir atlas oluşturmalı. 

 

Oysa her bir kokuyu, promosyon çakmaklar gibi, alıp biraz kullanıp sonra bir yerde unutup gidiyorum. Sonra bir gün o çakmak elime geçince “Evet, bu çakmağı Mimoza restoranda yemek yerken vermişlerdi.” Diyorum. Güzel bir akşamdı, az meze söylenmişti ama güzel bir sohbet olmuştu. Ne kadar çok içilmişti. 

 

Sonra çakmak bir daha kayboluyor ve o ana demir atmış aklım rüzgarda sürükleniyor. Başka bir koku, hatıra beni tekrar bir yere bağlayana kadar. 

 

Üşenmeyip, her şeyi yazmak lazım. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Thassos

Thassos Adası, Kavala'nın açığında bulunan, belki Gökçeada büyüklüğünde güzel bir turizm bölgesi. Ulaşımı Kavala'dan yada Keramoti'den yapılabiliyor. Alexandroupoli'den yaklaşık 150 KM uzaklıkta. Güzel bir otoyol ile ulaşılıyor. Ancak Alexandroupoli/Dedeağaç ile Keramoti arasında çok az akaryakıt istasyonu var. Bu yüzden tedarikli yola çıkmak lazım. Adaya araçla ulaşım Keramoti üzerinden. Esas olarak ada, bu beldeye daha yakın. Kavala'dan yapılacak feribot seyahati daha uzun sürüyormuş. Otoyolda ilk "Feribot" talebasını takip ederek gidilebiliyor. Feribota ulaşmak için zaman zaman tabelalar ortadan kaybolduğundan, Havalaanı tabelasını takip etmek lazım. Son anda başka bir tabela ile yön bulunuyor. Tabelalarda latin alfabesi ile yazılanlar birbirini tutmadığından hayat çok zorlaşabiliyor. Chistopoli yada Hristopoli yazılabiliyor. Aynı gerekçe ile navigasyona da pek güvenmemek lazım. Aynı isme sahip bir çok şehir, bölge var. Rızkının Peşinde Bir Ma...

Alexandroupoli

Alexandroupoli, bizim bildiğimiz adı ile "Dedeağaç", Türkiye'ye son derece yakın bir sahil kasabası. Büyük değil, ama turizm açısından, sınırın Türkiye tarafından kalan bölgelere göre çok daha gelişmiş. Türkiye'den girilen otobandan çıktıktan sonra denize doğru gidince otellere ve yemek yenilebilecek yerlere ulaşılıyor. Bir gün kaldığım için çok fazla inceleyemedim ama her bütçeye göre otel ve lokanta var. Kapıdan girince otellerin verdikleri fiyatlar ile internet üzerinden alınan fiyatlar birbirinden çok farklı. Bu yüzden http://www.hotels.com yada http://www.booking.com gibi adresler uzerinden rezervasyon yapılmasını tavsiye ederim. Üstelik başka ziyaretçilerin yorumlarını da okumak mümkün. Otel fiyatları 50 EU ile 140 EU arasında değişiyor. Şu anda yüksek sezon olmasına rağmen, bize 140 EU'ya kendi havuzu olan bir oda önerdiler. Kalmadık o ayrı... Şehir merkezinde "club"lar, kafeteryalar ve lokantalar yanyana. Otel olarak Thraki oteli tercih ...

Üstümde Bunu Bulmuşlar

Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı. Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan. Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu. Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu. Gün batıyordu. Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir s...