Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Elli Yıl Sonra Aynı Fotoğraf

insanların davranışlarını etkileyen tek unsurun din olmadığını, dinin de kendi için fraksiyonlar, bakış açıları ve uygulama farklılıklarına ayrıldığı malum. bir sivilce için bin çeşit farklı krem kullanan ve her birini savunan insanların bulunduğu bir dünyada; hayatın temel yorumunun nasıl yapılacağına dair farklı görüşlerin olması, bu görüşlerin sahiplerinin de birbirlerinden farklı yöntemler kullanıyor olması engellenemez. hayatın çeşitliliğini savunmak; tek düze tek görüş açısının olduğu bir yaşamdan uzak kalmak istemek beraberinde norm diyebileceğimiz "vasat/ortalama" görüş ve yaşamın çok uzağına düşen görüş/uygulamaların olmasını da baştan kabul etmemizi gerektirir. bugün sol eğilimli görüşte olanları stalinin yada çin rejimlerinin gözünü kırpmadan katlettiği binlerce insandan sorumlu tutulması yada pkk'nın sol eğilimli bir örgüt olmasını düşünerek "siz de bebek katilisiniz" denmesi nasıl vahşi bir yorum olacaksa; "falanca yerde filanca dindarlar berik...

Yor.gun.luk

Dün, bel ağrısı ile uyandım. Bir haftadır az çok bel ağrısı ile yaşıyorum diyebilirim. Bir gün dinlenince biraz iyi, ertesi gün oraya çık, buraya zıpla derken tekrar inletiyor. Ağrı ile yaşamak kötü bir ev hayvanı edinmek gibi, ne zaman orada olduğunu belli edeceğini bilmiyorsunuz, bir an geliyor sanki gitmiş, orada değil. Ama bir anda sinsice kanepenin altından çıkıp ayaklarınızı tırmalayabiliyor. Dün toplantılar vardı, doktor randevuma gidemedim. Bugün de çok ümitli değilim doğrusu. Tetikte beklemeye çalışıyorum, hoptirinom!

Demir Hindi!

Dün Düzce'den Demirhindi aldım. Ortalıkta pek satılmıyor zaten aldığımda ne halt edeceğimi bilmiyordum. Ancak internette biraz dolaştım ve benim gibi beceriksizlere uygun bir tarif buldum, azcık oynadım ve: - 100 Gr Demir Hindi ve3 4 Tarçın çubuğunu 4 Su bardağı su ile kaynattım. Kaynatırken arada karıştırdım ki dağılsınlar. Bence 5 yada 6 Su bardağı su da olurdu. - Suyu süzdüm ve içine yarım su bardağı kadar toz şeker ile karanfil ekledim, tekrar kaynattım. - Buz dolabına koydum! Sabah kekremsi fakat enfis bir içecek oldu. Yaşasın demirhindi!

Trieste'de Ölmek, Lübyana'da Yaşamak

Yıllar önce, 2005'de gitmiştim Trieste'ye. Yine aynı amaç ile yollara düştüm. İstanbul'dan sabaha karşı, 05:30'da bir Uçak ile yola çıktık. Önce Lübyana'ya gidiliyor, oraya da döndük zaten. Lübyana büyük bir golf sahası kadar yeşil. İnanmakta güçlük çekiyor insan ilk başta. Yol boyunca sanki yapay çimenle peyzaj çalışılmışcasına düzenli bir dizi tarla, fabrika geçiyoruz. Trieste 2. dünya savaşında müthiş kanlı bir dönem geçirmiş. Haritada bakıyorsunuz, İtalya'daymış ama değilmiş gibi zaten. Trieste çok sıcaktı. Ama çok. Zaten bu sıralar nereye gitsem "Dün yağmur vardı ama şanslısınız" diyorlar küfreder gibi. Zaten pişmişim ve zaten İstanbul'dan gelenlere bedevi muamelesi yapan ecnebiler "Siz alışıksınız sıcağa" diyorlar.Hepimiz dönerciyiz ya... Trieste sakin, acelesi olmayan ve fillerin ölmek için bir yerlere gittiği gibi yaşlıların geldiği bir yer. Biraz liman kendi, biraz deniz, birazda sıcak işte. Ama güzel ama sakin. Liman deyince boş...

Gardenya, Müzisyen ve Öykü Yazarı

Sessiz bir kafeterya buldum, sevdiğim kahveyi de yapan. Elimde, siyah bir sırt çantası, rutubetten ve sıcaktan bunalmış bedenim, içimde bir huzursuzluk ve baskı. Ruhumu daraltan bir an, içimde bir el, bedenimi ve ruhumu karıştırıyor, midem gırtlağıma doğru iğrenç bir baskıda. İçim sıkılıyor, içim sıkılıyor, içim sıkılıyor.. Ruhumu ruhumdan atmak istiyorum. Sessiz bir kafeteryayı işte böyle bir anda buldum. Akşam üstüydü, en sevdiğim anlardan biridir, kendimi henüz batmış güneşin ardından gelen perinin serinliğine bıraktım. İçimdeki sıkıntıyı aldı götürdü biraz, sessiz bir kafeteryaydı oturdum cama uzak bir masaya... Kahvemi söyledim, bir kültablası buldum ve masaya ortaladım. Bir müddet yüzümü avuçlarımın içine aldım, yüzümden avuçlarıma yorgunluk aktı, hayat aktı. Kahvem geldi, siyah çantamın içinden tütün buldum, sigaraya ile puro arası birşey, yaktım. Tiryakisi değilim, olmam da, içtim derin derin. Dumanlar, büyülü ülkelere benzer manzaralar çizdi önümde, sonra dağıldılar ve...

Ben Ben Ben

Ben Ben, ben ben. İşe giderken, kalabalık caddelerden geçerken ben... güneş gözlüklerim gözümde, CD Playerda deli dolu bir ses, güneş doğmuş, ben yoldayım, kıskanç bakışlar arasındayım.. Ben, ben,ben... İşe giriyorum ben, çantamı atıyorum sekretere, alıyorum puromu hemen, çıkıyorum kafeteryaya, İtalyan takımım, pırlanta kol düğmelerimle ben, gözler önündeyim, günaydınlar içindeyim ben. Kahvemi içiyorum, telefonum çalıyor, umrumda değil, bakmıyorum ben. Ağır ağır toplantı odasına giriyorum, masanın başına oturuyorum ben. Herkesin gözü üstümde, herşeyin sahibiyim ben, kahvemi içiyor, konuşanlara bakıyorum, en sonunda konuşuyorum ben: “Onu attım, bunu sattım, bu gitti, öteki battı, bu toplantı bitti” Kimseyi beklemeden kalkıp gidiyorum ben. Telefonla konuşuyorum, gelenleri oturarak karşılıyorum, odam devasa, duvarda resmim var, ödüller, ve akla gelmez güzel resimler. Herşeyin sahibiyim ben. Ben, ben, ben. Yüzümde hep aynı gülümseme, terlemiyorum, deodarantım çok pahallı...

Serbest Düşmek

Akşam oldu... Gün bitiyor... Hayat tatlı bir yaz esintisi oldu bu sene. Kötü ve zor günler bazen geliyor ama en kötüsünün geride kaldığına inanmak istiyorum. Kendime ayırdığım ufak zamanlar, zorluklara dayanmak konusunda ihtiyaç duyduğum gücü veriyor. Bugün sakin ama yorucuydu. Dev bir binanın sağından solundan girip, beni yada daha sonra benim yerimde olacak birilerini ezip ezmeyeceğine baktım, bildiğim - bilebildiğim kadarı ile. Birazcık bel ağrısı bıraktı, herşey oldu bitti. Daha az öfkelenince ve daha çok "olsun, bu da geçer" dedikçe hayat daha kolay oluyor. Olmasını istiyorum. Bu sıralar tekrar yazabiliyor olmak en önemli mutluluk benim için, içimdekilere bakabiliyor olmak, sadece burada olmaktan, bunu yaşıyor olmaktan keyif almamı sağlıyor. Evet, yaşamak insanı olgunlaştırıyor. Çok ama çok yıllar önce, henüz bir lise öğrencisiyken, bana "neden kendi cemiyetine destek olmuyorsun" diye sormuştu birisi. Biraz da özgüvenimin gençlik ile zirve yapmasından "ben...

İdil Biret Konseri'nin Protesto Edilmesi Hakkında

sabah radyolardan dinlediğim kadarı ile vakit gazetesinin "mukaddes mekanda şarap içilecek" gaza getirmesi sebebi çıkmış olaydır. vakit gazetesi malesef bilgi sahibi olmadan sadece ajitasyon ile hayatına devam ediyor. bahsi geçen mukaddes mekanlarda olan olayları ise tarihi sadece kendi anlamak istedikleri gibi yorumladıkları için bilmiyor, duymuyor, inanmıyorlar. oysa o mukaddes mekanlarda allah'ın emirlerine aykırı olarak; nice çocuk sadece ileride "iktidara ortak olmaları şüphesi ile" öldürüldü, alakalı alakasız insanların başı mahkemesiz kesildi, bazı insanlara inanılmaz işkenceler yapıldı. ve bunların hepsimi "islam halifesi" ve onun talimatları ile çalışan bir takım entrikacılar yaptı. osmanlı sultanları'nın da herkes kadar insan olduğunu bilmek gerekiyor. içelerinde yüzlerce cariyesi olan, oğlanlarla birlikte olan, esrar çeken, şarap içen, rom içen, katil, cani olanlar gibi müzisyen, sanatkar, iyi aile babası, düşünceli hükümdar olanlar da o...

Gökçeada'da Acıklı Dibek Kahvesi

Diyorlar ki; Bozcaada çok süper bir olaymış. Bunu duymuşluğum var, yani yeşil (biraz) güzel balık yemekleri, sakin sabahlar, daha sakin akşamlar, yakın ama uzak bir kültür, deniz ortasında bir yer işte. Bizim gibi karaya bağlı insanlar için yeterince farklı. Ancak Bozcaada'ya gidemedik. Öyle oldu böyle oldu, onun yerine amcasının oğlu Gökçeada'ya gittik. Ancak;Gökçeada'nın bizim geldiğimizden haberi yok, o olduğu yerde, bir milyar yıldır kimse gelmiyormuş, gelsede önemsemiyormuş gibi burnu dağlarından büyük bir tavır içerisinde. Gökçeada ile ilgili en birinci sorun; acaip gidilen bir yermiş imajının olmasıdır. Feribot seferi için Gestaş'ı aradığınızda "Acaip yoğunluk var, 3 vakit olmazsa 5 vakit önce sıraya girin, mazallah kalırsınız Conk Bayırında" diyen bir abla uyarıyor sizi. Oysa öyle bir durum yok. Siz gittiğinizde feribot ahalisini bir sevinç alıyor ki anlatamam, birisi daha geldi diye. Feribotun içerisi ise yüzer kahvehane havasında, tavla oynayanların...

Üstümde Bunu Bulmuşlar

Ben öldükten sonra, cebimde bir sinema bileti bulmuşlar. Kötü bir macera filminin bileti, yani öyle ciddiye alınacak birşey değil. Akşam matinesiydi, indirim kartımı kabul etmemişlerdi, biraz pahallıydı. Homurdanıp ödemiştim, gişedeki kızın aldırmaz tavırları sıkıntımı ağırlaştırmıştı. Filmin başlamasına biraz zaman vardı, gezindim alışveriş merkezinde. Vitrinlere baktım, vitrinlere bakan insanlara. Fiyat etiketleri, tıpır tıpır yürüyen kadınlar. Tatlı kahkahalar, ışıklar ve yansımaları... Güzel mavi gömlekler, hep sevdiğim gibi. Yüzüm karardı, sıkıldım. Işıklar gözümü kör etti, kaçarcasına çıktım binadan. Gök alabildiğine uzanıyor, arabalar kızarmış bulutların altında dört bir yana kaçışıyordu. Ufukta hayatımın en kızıl güneşi batıyordu. Gün batıyordu. Gökyüzü, binalar... Altında gezinen insanlar... Her biri birleşmiş, tek bir nesne olmuştu. Tek bir büyük resim, akıl almaz bir manzara. Bir dehşetli resmin içinde, bir minicik karakter olmuşum, neresi gerçek neresi sadece bir s...

Hayalet

Bu hayatta gördüğümüz ve göremediğimiz bazı “şeyler” olduğu gerçeğine rağmen nasıl mutlu yaşadağımızı bilemiyorum.Bazı geceler içim ürperiyor, serin gecenin olağan seslerinden biri – bazen ama bazen- olağan dışı geliyor, oysa hareket eden bir nesnenin huzursuz rüzgarlarından yoksun, sadece bir zan olmaktan öte gitmeyen bu sesler ne bir gölge veriyor ne de bir görüntü. İşte o zaman, asıl o zaman, ben yorganımı üzerime çekiyorum ve titreyerek uyumaya çalışıyorum. Bu bende çoktur olan, kötü birşey. Bu yüzden asıl görmediğim şeylerden korkuyorum. Bu hayaletler ile ilk defa çocukken tanıştım, tam bir tanışma değildi belki ama oradaydılar biliyorum. Henüz ampüllerin kesintisiz aydınlık sunmadığı, kemik beyazı mumların ışığında uyuduğum bir köy gecesiydi. Tatlı ninem, bembeyaz başörtüsünün salıntıları ile namaz kılıyordu. Divanın üzerinden, çiçeki bahçenin karanlık görüntüsünü seyrediyordum. Yine bir yaz gecesiydi, ateş böcekleri ileride dans edercesine koşuşturuyor, mırıltılı bir serin...

Akşam

Uyku ile ilgili birşeyler... Aklımdaki öyküyü bir türlü yazamıyorum, başlamaya çalışıyorum, başlayamıyorum. Ama sürekli aklımda bir hayalet gibi dolaşıyor. Sıcak günlerde, sıkıntılar. Bu yaz kendimi günlük keyiflere bıraktım,ucu bucağı açık. Bir bardak kahve içiyorum, biraz pipomu tüttürüyorum ve kitap okuyorum. Kaybettiğim bir misketi bulmuş gibi mutlu oluyorum. İçinden mavi ışıklar saçan, neşeli bir misket... Akşam üstlerinde huzur ve uyku birlikte çöküyor, ikindiyi devirdi mi gün, hemen insan kendini bir sakin yatağa bırakmak, tatlı tatlı mırıldanmak ve uyumak istiyor. Oysa gece uykuya düşman, klimalar, vantilatörler yada başka şeyler dışarıdaki kavurucu sıcağın çıtırtılar ile kendini hatırlatmasına engel olmuyor. Oysa yaz ne güzel! Çocuklar mutlu, havuzlarda pırıltılı suları sıçratıyorlar, iskelelerden denize atlıyorlar bağırtılar ile. Bembeyaz dişleri, nadir bulutlara karışıyor masmavi gökyüzünde. Yazda bir huzur var aslında. Bizim gibi çalışmak ile yaşamak arasında, acıklı bir ar...